Elveda Çocukluğum

Erdal Arslan

Elveda Çocukluğum Sözleri ve Alıntıları

Elveda Çocukluğum sözleri ve alıntılarını, Elveda Çocukluğum kitap alıntılarını, Elveda Çocukluğum en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
İşte ben mutluluğun resmini yapıyordum o sıra, Nazım bana sordu o soruyu, Ben Abidin oldum Nazım'ın mısralarına. “Sen mutluluğun resmini yapabilir misin?” Yaparım... Yaptım da...
Sebebini bilmediğim bir acıyla, canımın yankısıyla uyandım. Yüreğim kopacak gibiydi. Sağımdaki yatak bomboştu. Gözlerimle odanın içini süzerken kulaklarıma ağır arabesk tonuyla Salih'in sesi dokundu. "yüreğime dem vuran acının yankısına sebep o muymuş" diye geçirdim içimden. Pencerenin ardındaki tok sesin yerini naif bir kadın sesi bıraktı, yine aynı şarkı. Bu seferki biraz iyi geldi. Dinledim. Şarkının bitmesini beklemeden yanına gidip yakından da biraz dinleyesim geldi. Ben asla bu tür müzikler dinlemezdim. Ama iyi gelmişti. Yatağımdan kalkıp sadece pencereden geçişi olan balkona atladım. Salih duvara yaslanmış önündeki radyoya bakakalmıştı. "Günaydın" dedim. Şarkının ağırlığıyla ufalmış göz kapaklarını zar zor kaldırıp küçük parlak gözbebeklerini yüzüme doğrulttu, gözaltları tarifsiz bir biçimde kızarmıştı. Baharı bekleyen güz gibiydi. Ölümü bekliyordu. Ben de o da bunu çok iyi biliyorduk. Çok yakın bir zaman sonra çaresiz yatağında ölüm ile yüzleşeceği günü bekleyecekti. Tatbikî böyle olmasını normal karşılamak da acımasızlık olurdu. Gözbebekleri bana dikelmiş bakarken ağzına topladığı kelimeyi bırakamadı. Kustu... "gvuünayduın" derken dudaklarından akan kanın farkına varamadı. Pencereden içeri atlayıp lavaboya koştu. Öğürmeleri takip eden kusmuk hışırtısı kulaklarıma dokunuyordu. Çok üzülüyordum ama midem de bulanıyordu. Yerde duran radyoyu kulağıma dayadım. Şarkıcının sesi daha da gürleşti. Kulak zarım titriyordu. Salih’i duymuyordum ya o bana yeterdi.
Reklam
İşte ben mutluluğun resmini yapıyordum o sıra, Nazım bana sordu o soruyu, Ben Abidin oldum Nazım'ın mısralarına. “Sen mutluluğun resmini yapabilir misin?” Yaparım... Yaptım da...
Sabaha kadar yağmur yağmıştı. İpil ipil ince yağan yağmura acımasız bir fırtına eşlik ediyor çok zaman sürmeden duruyor, ağaçlarda kalan tek tük, sırılsıklam, üşümüş hatta çoğu donmuş ıhlamur yaprakları sokak ortalarına düşüyordu. Düşen tüm yapraklar bir cam vazo gibi dağılıyor, yağmur ile birlikte üzerlerine düşen küçük kristal kar taneleri yaprakları çok sürmeden görünmeze çalıyordu. Sabaha kadar böylece yağan yağmura henüz seher kavuşmadan kabarmaya bırakılmış bir hamur topağı kar taneleri karışıyor, biraz daha geçince fırtınaya eşlik ediyorlardı. Sanırım doksanlı yılların sonu, iki binlerin başıydı… Büyük deprem ya o yıldan önce ya da sonra olmuştu. Ancak o yıl olmadığı apaçık belliydi. Evimiz irili ufaklı parçalara ayrılmış, dağınık duran mahallemizin tam ortasında, yeni yaygınlaşan apartmanlardan birinin bahçe katındaydı. Bu sebeple şanslı sayılabilirdik. Çünkü yaşı belki yüzü geçmiş gecekondularda o sabaha kadar başka telaşe baş gösterirdi. Buralarda bütün huzursuzlukların temelinde geçim sıkıntısı yatıyor. Kimi evlerin damları akıyor, kimi evlerde hastalar ilaçsız, bebekler mamasız kalıyordu. Rabbe isyan etmemek için hiçbir sebep yokken bile buralarda insanlar hamd ile yaşıyor, yağmurun, karın, fırtınanın ardından gelen küçücük görünen kış güneşine olağanca dua ediyor, şükrediyorlardı…
Zehra; daha dün gözlerine bakıp onu sevdiğimi itiraf ettiğim. Sevdiğim. Bir tanem. Zümrüt yeşili gözleri, Bukle bukle sırtına dökülen kumral saçları ve sol yanağındaki minicik gamzesiyle gönlümü çalan ilkim.
Bir rüyaya inanmak gibiydin, uykuya dalmadan görülen bir rüya...
Reklam
30 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.