Eski Mezopotamya'da, bir sanığın suçlu olup olmadığını kanıtlamak için o sanık bir akarsuyun "kutsal nehirin" insafına bırakılırdı. Gerçekten Dicle, Fırat ve bu iki nehrin kollarının oluşturduğu bu ülkede, akarsuyun kutsal bir niteliği vardı ve akarsular birer tanrı olarak görülürdü.
1852'de Asurbiliminin en önemli öncülerinden İngiliz Sir Henry Creswicke Rawlinson, bu gizemli dilin görünürdeki dilbilgisel yapısını temel alarak, dilin, tüm orta Asya halkını kapsayan İskitler ya da "Turanlara" ait olduğunu öne sürmüştür.
1237 numaralı çukurdaysa sıradüzensel bir düzenleme görülmektedir: 28 kadının saçında altından kurdela vardı, diğer 36 kadınınkiyse gümüştendi. Kurbanların öldürülmedikleri, mezarın içinde zehirli bir içki afyon ya da haşhaştan söz edilmektedir içerek gönüllü olarak zehirlendikleri (ya da komaya girdikleri) kesindir.
Sümerler için ölüm sonrası yaşam iç karartıcıydı: Ölüm sonrası yaşam tozun ve karanlığın içinde geçer, ne cennet, ne yeniden dirilme, ne başka bir bedende dirilme, ne tanrı kademesine yükselme umudu barındırırdı
Peki bu kıyım, bu büyük toplu intihar kimin onurunaydı? Doğal ölümleri bu kadar insanın gönüllü olarak kurban edilmesini gerektiren bu insanlar kimdi? Bize korkunç gelen, ancak o zamanlar belki de bir eğlence olanağı, büyük bir şölen olarak gördükleri bu dehşet verici ritüel neden yapılıyordu?
Woolley "büyük ölü
çukurunu" betimlerken şöyle demiştir: "Erkekler kapıya yakın
bir yerde, [mahzenin] yanında yatmıştı. Kadın bedenleri yere
düzenli bir şekilde koyulmuşlardı. Hepsi, yanlamasına
duruyordu, bacaklar hafifçe bükülmüş, eller yüze biraz
yakIaştırılmıştı ve birbirlerine o kadar yakınlardı ki kafaları
bir üst sıradaki kadınların bacaklarının üzerinde duruyordu
[...] Uyuşturucu etkisini gösterdikten sonra uykuya dalıyor ya
da ölüyorlardı, ardından, biri mezara geliyor ve bedenlere son
şekillerini veriyordu.