Günümüzden on, oniksi bin yıl kadar önce başlayan yerleşik yaşama geçiş sürecinin, içinde bulunduğumuz yüzyılın son çeyreğinde ne kadar sorunlu bir kentleşmeye dönüştüğünü hepimiz yaşayarak görüyoruz. İnsanlık tarihinde bir "devrim" olarak nitelenen ve gerçekten de, çağdaş yaşamın pek çok sosyal ve ekonomik ögesinin temellerinin atıldığı yerleşik düzene geçiş evresinin, insanlara mutluluk ve refah sağlayan dönemlerden geçtikten sonra, modern kentlerin yarattığı çözümü güç problemlerle boğuşan, sancılı bir sonuca ulaşması, uygarlığın gelişim çizgisinde bir anti-climax'ı, bir karşıt-zirveyi oluşturmaktadır. İnsanoğlu, bin yıllardır doğaya karşı verdiği mücadelesinden sanki yenik çıkmak üzeredir. Toprağa bağlanmanın, bu kadar kötü bir sonuçla noktalanması, insanlık açısından herhalde bir başarı sayılmayacaktır. Özellikle kökleri eskiye dayanan sosyal olayları tarihsel perspektifleri içinde ele almak ve anlamak, çözüm üretmek için doğal olarak en sağlıklı yoldur ve bunu, aldıkları eğitim ve alıştıkları araştırma metodu nedeniyle en kolay yapabilenler de kuşkusuz eskiçağ bilimleriyle uğraşanlardır. Mimariden dinsel düşünceye kadar, hayatın maddi veya manevi alandaki her yönü, geçmişten günümüze bir şeyler taşır. Geçmiş, hiç bir konuda kapanmış bir sayfa değildir ve ondan bazı yansımaları, yalnız bugünde değil, gelecekte de bulmak olasıdır. Bu bakımdan çok kullanıldığı için anlamı aşınmaya uğramış olan "bugünü anlamak için dünü bilmek gerekir" sözü, aslında çok değerli bir saptamadır ve geçerliliğini her zaman korumaktadır. 3-14 Haziran 1996 tarihlerinde İstanbul'da toplanacak olan Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Konferansı, kısa adıyla HABİTAT Il, kentleşmenin yarattığı sorunların ve bunlara getirilebilecek çözümlerin kapsamlı bir biçimde ele alınacağı, bu yüzyıl içinde gerçekleştirilecek son büyük zirve toplantısı olacaktır. HABİTAT Il, bu niteliği ile uygarlık ve kentleşmenin yarattığı karmaşık sorunlar yumağının çeşitli boyutları ile tartışılacağı bir forumdur. Bu nedenle, yukarda değindiğim gibi, bu sorunların kökenleri geçmişe gittiğinden, tarihsel perspektif içindeki gelişimi iyi bilmek gerekecektir...