Felsefe sözcük anlamıyla "bilgi-severlik"tir (philosophia). Oysa çağımız bilgiyi değil, daha çok bilgisayarları seviyor. Felsefenin ayakta kalabilmesi için iletişim ve bilgisayarlar çağının sorunsalını üzerine alması bugün şart olmuştur.
Felsefeye başlamak için okudum ön hazırlık amacıyla ama kafamı daha da karıştırdı. Benim okuma amacımla kitabın içeriği uyuşmadı malesef. Farklı bir içerik bekliyordum. Felsefeye giriş yapmak istiyorsanız Sofia'nın dünyasını tavsiye ederim bu kitabı değil.
“Bugün metinler, bilgilenimler gerçek nesnelerin yerlerini almış durumdadır. Bunda kitle iletişim araçlarının yaygın kullanımı kadar, bilimsel bilgilerin çok karmaşık ve ancak uzmanlarca erişilebilir durumda olmasının da rolü vardır. Bilgi öznel olarak birey tarafından izlenebilir, denetlenebilir bir şey olmaktan çıkmıştır.”
“Dünyadaki savaşların ve çevre felaketlerinin birbirine benzer görüntüleri karşısında kılımız kıpırdamadan dakikalarca kalıyorsak, bu başka her şeyin de ilerde çekilebilir bir hale geleceğini, gösteriyor.”
“Nietzsche'nin insan anlayışıyla Freudcu psikanalizin başlıca ortak noktası, kuşkusuz insanın "akıllı hayvan" olarak tanımını yeniden gözden geçirerek insanın "bilme"sinden çok "isteme" sine ve istemesinin toplum yaşamına getirdiği sorunlara (Hıristiyanlığın ve burjuva toplumunun büyük baskı düzenekleriyle cinsel içgüdülerin "içe atılma"sı) ağırlık ve öncelik tanımalarıdır.”
“Akıl, dinde yani "tanrı"nın kişiliğinde, "özne", sanatta yapıt ve imge olarak "nesne", felsefede ise düşünce biçiminde ortaya çıkıyor ama hepsi bir ve aynı akıl.”
"Aydınlanma insanın kendisinin neden olduğu ergin olmama durumundan çıkmasıdır. Ergin olmamak, insanın kendi anlağını başkasının yönetimi olmadan kullanamaması demektir. Bu ergin olmayış insanın kendi suçudur çünkü bunun nedeni anlağın yetersizliğinde değil, anlağını başkasının yardımı olmadan kullanamamasındaki kararsızlık ve yüreksizliğinde yatmaktadır. Sapere aude! Kendi anlağını kullanma yürekliliğini göster!”
“Descartes, çağının bütün bilimsel bilgilerinden, bilgi kılığındaki önyargılarından kuşkulanmakla işe başlayarak kendisinden artık kuşku duyamayacağı bir başlangıç noktası arar: Bu da kuşkulanmakta olduğudur, yani kuşkulanma düşüncesinin kendisi, bilincin bir etkinliği olarak kuşkulanmadır. Kuşkulanma düşüncesinden, kısaca düşünmemden kuşku duymam olanaksızdır (bundan da kuşku duysaydım, ortada kuşkulanma diye bir şey kalmayacaktı). Buradan Descartes ünlü önermesine geçer: Düşünüyorum, öyleyse varım.”
Eski Yunancada hem "söz", "dil", hem de "akıl" anlamlarına gelen "logos" [...] eski Grekçede "logos" yalnızca iki anlamlı değil çokanlamlı bir sözcük: "dikkat", "değer biçme", "ilişki", "orantı", "ölçü", "varlık nedeni", "neden", "açıklama", "tümce", "bildiri", "tanım", "gerekçe", "usavurma" başka sözcüklerle birleşerek ya da türetme yoluyla "koyma", "yayma", "toplama", "hasat" anlamlarına geliyor.
Aristotelesçilik, 13. yy'ın ve devamının, Descartesçilik 17. yy., akılcılık 18. yy., pozitivizm 19. yy'ın görüşüydü. Bu yüzyılı temsil edecek tek bir görüş gösterilemez. Çağımızı ne Marksçılık, ne mantıksal pozitivizm, ne varoluşçuluk tek başına belirlemiştir. Çağımızı, iletişim, bilgi kaynaklarının hiçbir dönemde olmamış bir biçimde artması ve bunun karşısında bu kaynaklara egemen olma çabaları arasındaki çatışma ve açmaz belirlemektedir.