İnsanoğlu iyi düşünse, gerçek anlamda dünyada hiç bir şeyinin bulunmadığını idrak eder. Gören gözümüz, işiten kulağımız, düşünen dimağımız bile günü gelince bizi terk edip gider. Neye sahibiz ki? Sahipliğimiz, malikliğimiz hep geçicidir. Bir bahçemiz vardır. Onu kendimizin sanırız. Ama kimbilir belki onun içinde dolaşan kedi de kendinin sanmaktadır onu. Kuş da, yılan da, kirpi de kendinin sanmaktadır şu bizim sandığımız bahçeyi. Kuş, şarkısını söylerken bizden haberdar mıdır? Ağaç, köküyle toprağın karanlıklığını karıştırırken ve güneşe, ışığa doğru dallarını, çiçeklerini ve meyvelerini uzatırken bizden haberdar mıdır? Bizden haberdar olsa bile kendini bize ait kabul eder mi? “Ben ağacım” demez de “ben insanın ağacıyım” der mi? “Ben kuşum” demez de “ben insanın kuşuyum” der mi? Hayır, ne kuş, ne ağaç, ne taş, ne yer, ne gök kendini bize ait sayar.
İnsanoğlu dahil, her yaratık kendini ancak Allah'a ait sayar. Bununla mutlu olur, bununla tesellisini bulur. Dayanılmaz acılara, en dayanılmaz acılardan bir acı olan varoluş acısına bunun için dayanır. Hatta bu acıyı en büyük sevince çevirmeğe çalışır. Kendisini yaratan Allah'ı bilince, varolus acısının yaşama sevincine döndüğünü görür insanoğlu.
Bize kalan, bizim olan, ebediyyen bizim olan, tek varlık Allah'tır. Hatta kendi varlığımız bile bizim değildir, bize ait değildir. Bir gölgedir. Ama, en parlak güneşten daha parlak olan Allah'ın varlığı, bizi aydınlatır, yaşatır, öte âleme taşır.