Bir hikaye vardı, tam elimin altında içinde bulunduğu coğrafyanın özelliklerini, kültürünü, izlerini taşıyan ve sayfaları çevirdikçe heyecanı diri tutup merak uyandıran. Hemen içine giriverdiğiniz ve karakterlerin duygularına ortak olduğunuz bir hikaye.
Yeri geldiğinde “hayır” diyebilmenin ne kadar gerekli olduğunu hatırlatan,
küçücük bir umudun bile insanın nasıl tutamağı olabileceğini vurgulayan
sevgi ve nefretin,
kıskançlık ve hoşgörünün,
iyilik ve kötülüğün harmanlandığı,
yüreğe dokunan bir hikaye bu.
İstemeye istemeye evinden uzaklaşıp başka bir köye çoban olarak giden Sadık’ın yaşadığı olayları ve onun duygularını anlatan kitapta karakterler iyi ve kötü diye sınıflandırılmış. Etrafındaki herkesin sevgi ve saygısını kazanan Cemşit Ağa, iyiliğin, merhametin daha yapıcı ve kabul gördüğünün güzel bir örneği olurken, Yakup Ağa ise tam tersi içinde büyüttüğü haset tohumuyla herkesi yok edebilen, çıkarı uğruna her şeyi göze alabilenlerin temsili olmuş.
Ne diyordu İbrahim Tenekeci:
"İnsan birçok şeyini saklayabilir: Sırrını, hayalini, gerçek fikrini. Fakat kibrini ve kinini ancak bir yere kadar saklayabiliyor."
Kitapta bazı anlam kaymaları, anlatım bozuklukları olsa da kurguya odaklandığım için ilk sayfalarda hissettiğim rahatsızlık, yerini merak duygusuna bıraktı.
Yoğun okumalar yapamadığım şu dönemde kitabı bitirmem uzun sürdü. Oysaki bir solukta okunabilecek keyifli bir eser.
Sevdiklerinizle ve kitaplarla kalın. Keyifli okumalar.