Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gerçeklik, Arzu ve Göçebelik Üzerine

Zülküf Kara

Gerçeklik, Arzu ve Göçebelik Üzerine Gönderileri

Gerçeklik, Arzu ve Göçebelik Üzerine kitaplarını, Gerçeklik, Arzu ve Göçebelik Üzerine sözleri ve alıntılarını, Gerçeklik, Arzu ve Göçebelik Üzerine yazarlarını, Gerçeklik, Arzu ve Göçebelik Üzerine yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Baudrillard, günümüz gerçekliğini simülakr, simülasyon ve hipergerçeklik kavramlarıyla açıklar. Fiziki gerçekliğin simülasyon sürecinden geçerek sanal ortamda yeniden ve çok tekrarlı olarak üretildiğini; gerçekliğin teknolojinin tanıdığı olanaklarla yapaylaştırılarak varlık bulduğunu hatta, düşselin gerçekliği yerinden edebilecek güce ulaştığını ileri sürmektedir. Eğlenceden, kültürel aktivitelere; eğitimden arkadaşlık ilişkilerine kadar hemen her türlü gündelik rutinlerin dijital ortamlarda şekillenerek gerçeklik bulmasını, Baudrillard simulakr kavramıyla açıklanmaktadır. Önü almamayan teknolojik ve bilimsel ilerlemelere bağlı ortaya çıkarılan ürünlerdeki gelinen nokta, aslı ile suretini belirleyecek ustalığı, uzmanlığı veya profesyonelliği geçersiz kılabilecek konuma ulaşmaktadır. Neyin gerçek, neyin sahte olduğunu bilmenin her geçen süre daha da güçleşmesini sağlayan bir simülasyon aşama/süreç söz konudur. Düşsel olan gerçeği yerinden etmekte; gerçeğin etkisinden daha güçlü bir etki yaratabilmektedir. Bu etkiyi belirlemek adına Türkiye’deki bir televizyon dizisi örneği kullanmak oldukça önemli işlev yerine getirmektedir: Türkiye'de bir dönem izlenme rekoru kılan dizinin yayına girdiği saatlerde hastane acil servislerine giriş sayısının dikkat çekecek kadar düşmesi ve dizi kahramanın rol gereği ölmesi sonucunda farklı illerdeki birtakım izleyicilerin bir araya gelerek gıyabi cenaze namazı kılması Baudrillard'ın hipergerçeklik kavramıyla tanımladığı duruma karşılık gelmektedir.
Modern bireyi baştan çıkaran ve efsunlayıp kendine bağımlı kılan bir başka özellik ise dijital ürünlerin otomatikleşmesidir. Her otomatikleştirilmiş nesnenin bizi çoğunlukla hiç değişmeyen kalıplaşmış davranışlara sahip olmaya itmesi, otomatikleştirme arzusunun sorgulanmasını engellemektedir. Çünkü insana kullanmaktan çok otomatikleştinneyi
Reklam
Çok büyük ilerleme sağlanan DNA'nın şifre çözümü, yapay zekâ, klonlamalar, genetiğiyle oynanan besinler, nano teknoloji, akıllı üretime tabi ürünler günümüzde artık sık karşılaştığımız veya kullandığımız bir dijital evren içinde varlık bulmaktadır. Bilim ve teknolojideki olağanüstü ilerlemeler bunları sıradanlaştıran bir dijital evren yaratmaktadır. Bilim ve teknolojinin sinerjisinin bu en son sürümü ürünlerin iki özelliği öne çıkmaktadır. Bunların neredeyse kusursuz olmaları ve çok büyük cazibeye sahip olmalarıdır. Bu iki özellik, birey veya toplum üzerinde ”mutlak bas " olüşturmaktadır. Baudrillard (2011a: 41) mutlak baskıyı, ”biraz fazlaca verilerek elinizdeki her şeyin alınması" olarak tanımlamaktadır. En son sürüm tüm ürünlerde bir önceki üründekinden hep biraz dahası bulunmaktadır. Yerine göre biraz daha büyük, yerine göre biraz daha az yer kaplayacak kadar küçük, daha estetik, daha işlevsel, daha hepsi bir arada, daha tasarruflu, daha hijyenik, daha gösterişli, renkli, süpersonik, üç-beş-yedi boyutlu vs. Hep daha fazlasına sahip ürün ve hizmet, kullanıcısı üzerinde bir mutlak baskı yaratarak kendisini beğenilmesi, satın alınması veya tercih edilmesi konusunda bir baskı yapmaktadır.
Artık toplumsallaşmayı belirleyen değişken kuramsal sınırlar değil, haber miktarlarıyla iletişim araçlarının karşısında geçirilen sürelerdir. Ancak bu da yanlış bir düşüncedir. Çünkü, haber ya da görüntü toplumsal kitlenin enerjisini yok etmek yerine, her zaman için giderek büyüyen bir kitle yaratmaktadır. Haber ya da görüntü, yaptığıni iddia ettiği bilgilendirme, biçimlendirme, eğlendirme ve yapılandırma yerine toplumsal olanı giderek daha nötralize edip ekranda verilenin içeriğe karşı duyarsız ve tepki göstermeyen bir kitle yaratmaktadır (Baudrillard, 2006: 29). İletişimi sağlayan en son sürüm teknolojik araç, ya bir tür ”eter” etkisi yaratarak izleyiciyi tepkisizleştirmekte ya da hipnotize ederek verilen komutları yerine getirmeye zorlamaktadır.
Özgünlük kayboldu; onun yerini alan ”otantizm” de kaynağını nostaljiden aldı. Yaşanan bu sürecin en uç biçimi, çağdaş iletişim ve teknolojik araçların biçimidir: bu alanda hiçbir zaman özgünlüğe, farka ve asıl olana yer verilmemekte ve her şey, hemen ve sınırsız olarak çoğaltılıp çoğaltılmamalarına göre değerlendirilmektedir. Kazanan, nesnenin kısa sürede benzer bir biçimde çoğaltılması olmaktadır (Baudrillard, 2011: 211). Evrendeki denge bu şekilde kurulurken, simülakr ve simülasyonlarla yaratılıp çoğaltılan benzer ya da benzere yakın gerçeklikler bir ensest ilişkiye dönüşerek topluma ve toplumsal işleyişe zarar vermektedir. Bunun adı gerçekliğin deformasyonudur. Gerçekliğin sanalın içinde yapay eşdeğeriyle var olması kendinin gereksizliğini, anlamsızlaşmasını ve değersizleşmesi sonucunu doğurmaktadır.
Modernizm çağında var olma, görünür olma, kitle içinde, herkesten farklılaşmaya çalışarak biricik olma arzusu özneleşmenin itici gücü olmuştur. Sosyal medya herkesi görünür kılarken Andy Warhol'un dediği gibi: ”herkes bir gün onbeş dakikalığına ünlü olacaktır”. Öte yandan, sosyal medyanın belli kullanımları öznenin söylediği sözü değersizleştirmektedir. Söz daha fazla duyulmakta, ancak paradoksal olarak sözün etkisi daha az olmaktadır. Genel olarak, sosyal medyanın hakikatin tanımlanması için mücadele edenlerin gücünü zayıflattığını söyleyebiliriz. Çünkü yukarıda tartıştığımız üzere, sosyal medya, Aydınlanmanın kamusal alan vaadini dönüştürüp, herkese söz söyleme imkânı yarattığı yanılsaması içinde, sözlerin birbirine karıştığı, herkesin konuşuyormuş ve dinleniyormuş izlenimine kapıldığı, fakat söylenen sözlerin duyulmadığı bir mecradır. Bunun yanı sıra, hem söz söyleyenler arasındaki eşitsizlik eşitleniyor iddiasınin aksine, aslında, hem eşitsizlikler kişiler arası, şirketler arası, diller arası, artmakta, hem de toplumsal ayrımlar keskinleşmektedir. Zira, sosyal medya ne kamusal alan, ne özel alan, ne de siyasal bir alandır. Buna karşın, tüm bu alanların yerine geçme iddiasında bulunmaktadır.
Reklam
Twitter komplo teorilerinin yayılması için de çok uygun bir mecradır. Komplo teorileri de karmaşık, çok katmanlı, çok sayıda aktörün güç ilişkilerinin belirlediği siyaset alanındaki mücadeleleri basitleştirerek açıklamaya yarar. Böylece insanlar toplumsal olguların arkasındaki karmaşık ve anlamlandırması uzun süren ilişkileri düşünmek yerine kestirme bir açıklama bularak hayatı anlamlandırmayı seçerler. Bauman'in (2000) terimleriyle iç grupların bir dış düşman belirleyerek bir arada kalmalarını sağlayan komplo teorileri Twitter’da çok hızlı bir şekilde yayılabilmekte ve siyaset alanını daraltmaktadır. Ayrıca bu teorilerin çıkış noktasını ve dağılış süreçlerini izlemek de Twitter gibi mecralarda daha zordur.
Hakikat fikrinin toplumsal müşterekler ile olan ilişkisi düşünüldüğünde, Twitter mecrası hakikat istencini kıran ve hakikat fikrinin inşasını zorlaştıran bir mecra olarak karşımıza çıkmaktadır. Twitter’ın en fazla yüz kırk karaktere izin vermesi, söz söyleyenin sözünü kısa, adeta slogansal bir biçimde ifade etmesine teşvik etmektedir (Irak ve Yazıcıoğlu 2012: 18) Bilginin söze dökülürken kısaltılması ve basitleştirilmesi, emojiler gibi gösterenlerle desteklenmesi, detaylı bir gerekçelendirmeyi imkânsız kılmakta, neden ve sonuç ilişkilerini görmemizi engellemektedir. Herhangi bir bilginin hızlı yayılması bilginin doğruluğundan ve yararindan ziyade, çok sayıda takipçisi olan biri tarafından tweet’lenmesine bağlıdır (Irak ve Yazıcıoğlu 2012: 41). Akış hızı slogansal, kitlesel duygulanımları tetikleyici bilgi paylaşımlarını teşvik etmektedir. Twitter’da daha uzun tweet paylaşımları ile ilgili, paylaşımı yapacak kişi, takipçilerini uyarmaktadır.
Twitter mecrasında, paylaşılan haberleri okuduğumuzda çoğumuz tepkilerimizi toplumsal filtrelerden geçirmeden verme eğiliminde oluruz (Irak ve Yazıcıoğlu 2012: 30). Ne de olsa karşımızda yüz " e iletişimde olduğumuz, söylediklerimiz olumsuz algılandığında bize tepki verecek gerçek kişiler yoktur. Twitter’ın anındalık ögesi, yazılanlara yapılan yorumların da anında verilen tepkilerden oluşmasını beraberinde getirmektedir. Sözler düşünsel bir filtreden geçirilmeden söylendiğinde çoğu kez, sınıfsal, etnik ve benzeri kültürel ve ekonomik kodları yansıtırlar. Sosyal medyadaki hız ve anonimlik gibi özellikler, kamusal alanda çoğu kez açıkça ifade etmeye çekinilen, misojini ve homofobi gibi duygu, tutum ve yaklaşımların rahatça ifade edilebilmesini, yandaş bulabilmesini ve toplumsal nefreti ve kutuplaşmayı artıran ifadelerin kartopu etkisiyle çok sayıda kullanıcıya ulaşmasını sağlar.
Sosyal medyada yer alan siyasal iletişim için, yalan ile hakikat arasındaki sınır giderek artan bir biçimde bulanıklaşmıştır. Sosyal medyada kasıtlı olarak yayılan yalan haberler siyasetin söylemsel alanının hakikat fikrinden gitgide uzaklaşmasını beraberinde getirmiştir. Kıta Avrupa’sında ve Amerika Birleşik Devletleri’nde sağ popülizmin yükselişine baktığımızda, trolleme faaliyetlerinin siyasi gündemin belirlenmesinde ve kitlenin algısıni oluşturmada belirleyici rolü olduğunu görüyoruz. Örneğin, İngiltere’de göçmen karşıtı İngiltere Bağımsızlık Partisinin (UKIP) genel başkam Nigel Farage'in Brexit kampanyası kapsamında, İngiltere’de yasaların yüzde yetmiş beşinin Avrupa Birliği tarafından yapıldığı (Chakelian 2016, içinde Harman 2018: 222) ve Avrupa Birliğinin İngiltere ekonomisine haftalık maliyetinin 350 milyon sterlin olduğu (Henley 2016, içinde Hannan 2018: 222) gibi, sosyal medyada yaydığı yalanların Brexit oylamasının sonuçlarıni önemli ölçüde etkilediği tartışılmaktadır
Reklam
Althusser (1994) toplumsal formasyonu ve onu ortaya çıkaran üretim ilişkileri içindeki emek gücünün hem nicelik olarak hem de sosyo-kültünel olarak yeniden üretilmesi gerektiğini söyler. Bu bağlamda medya devletin en önemli ideolojik aygıtlarından biridir. İdeoloji kendisini gündelik yaşamın bütün alanlarında (aile, okul, iletişim, ekonomi) ürettiği için, medyanın faktüel hakikat olarak sunduğu şeyler çoğu kez ’objektif gerçekliği' yansıtmazlar. Aksine, faktüel hakikatlerin söylemsel temsilleri, var olan iktidar ilişkilerinin korunması ve sürdürülmesine yönelik olarak belli anlamlari, egemen güçler lehine inşa ederler. Bu anlamda, kitle iletişim araçlarının, faktüel hakikatleri aktarırken, hakikat olgusunu verili bir düzenin normları içine sıkıştırdığını söyleyebiliriz (Gitlin, 2001).
Gerçekliğin kopyalanması ve gerçekliğin klonlanarak yok edilmesi dünyanın çözülme hızını arttırmış görünmektedir. Dünya çözüldükçe gerçeğin yerini alan simülasyon, yalnızca anlamın içini boşaltmamış öncesi ve sonrası olmayan kusursuz cinayetin de suç ortağı olmuştur. Gerçekliği ortadan kaldırma azminde olan simülasyon, edindiği göstergeler aracılığıyla aynı zamanda bu kayboluşu perdelemek için postmodern dünyanın parçalı, çıplak, olabildiğince şeffaf ve anlamdan yoksun yaşam biçimlerini kullanır. Anlamın derinlerde olduğu modern dünyanın yerini, her şeyin gösteriye dönüştürüldüğü ve anlamın buharlaştığı postmodern dünya almıştır. Ortaya çıkan acı ve boşluk elbette anlamın ve modernitenin tüm göndergelerinin yıkılışından sonra gerçekleşecekti. Etrafta yıkıntılar arasında kültür restorasyoncuları gezmekte ve metâların kullanım değeriyle üretim değeri arasındaki sınırları bulanıklaştırmaktadırlar. Büyü etkisi bırakan bu yeni kültürle birlikte göstergeler de artık bir tüketim değeri edinmiştir.