Filozof öğretir, her şeyden önce öğretir, belli bilgiler vermek başkaygısıdır filozofun; denemeciyse, ille de bir şey öğretmek için kaleme sarılmaz, bilgi vermek değildir denemecinin baş kaygısı. Nitekim deneme ustalarının ustası Montaigne: "Bir şey öğrettiğim yok, anlatıyorum." diyor.
Bir bilim yazısıymış gibi denemeye güvenmek, denemecinin kimliğini şaşırmak demektir. Gizli bir denemecilik kaygısından gelmiyorsa bile, denemeciye özgü alçak gönüllülükten ötürü yapıtını "deneme" başlığıyla sunsa da bilgin, bilgice güvenmemizi ister yazısına, bilimsel bilgilerimizi arttırdığı oranda başarmış sayar kendini. Denemeciyse ürününü her zaman "deneme" başlığıyla tanıtmasa da, bilimce değil bilimin ötesinde bir katkıda bulunmak dileğindedir okuyucusuna. Bilimi yenileyemese de ne çıkar. Gönlü başka yerdedir onun; yaşamaya bir yenilik, bir başkalık kazandırmaya adamıştır kendini. Bilimce işlemlerle bir örtüşen yanlarına karşın, denemeci, bilim dışında erişir asıl varlığına.
Demin de yakınmıştım, edebiyat dendi mi şiir geliyor akla, öykü, roman geliyor. Okunsa, sevilse de deneme, anan yok denemecinin adını, denemeciyi edebiyattan başka yere yollayan yollayana.
Teolojisi: tanrıtanımazlıktır; ama bu, Kutsal Kitabı başucu kitabı yapmış olan Nietzsche’nin, bu papaz çocuğunun düpedüz günaha düşkünlüğünü değil, güç istemini önplana koyma, dolayısıyla insanın yapıp ettiklerinde baş sorumlu olarak Tanrı’dan çok insanın kendisini görme dileğini açığa vurur; işte Nietzsche’ye göre bu anlamda «Tanrı ölmüştür».
Kendi zamanına “aykırı” olan Nietzsche bizimle kafadaş. O, gelecek için yazmıştı. İşte Nietzsche'nin geleceği bizim bugünümüz. Nietzsche bizimle çağdaş.
Nerdeyse doğal bir iyimserlikle inançlarımızın doğruluğuna inanırız. Başka türlü tasarlayamayız kendimizi. Bir tekini bile soru konusu yapmak olanca varlığımızı sarsabilir. Azıcık deşelim, kimi insandaki kuşkusuzluğun, kuşkunun her türlüsüne uzak yaşamanın korkuyla beslendiğini görürüz.