"Bilinen gerçek şu ki, bir çeşit hız çağında yaşıyoruz. Bu yüzden, dirseklerimizi dayadığımız masa eskisi kadar, diyelim kırk ya da elli yıl öncekine kadar ağır değil artık. Gözlerimizi hangi görüntüye çevirirsek çevirelim, göreceğimiz çizgiler eskisi kadar belirgin değil. Her şey hızın pençesinde yeniden şekillenip yeniden var oluyor ve var olur olmaz da acayip bir hızla eskiyor. İnsanoğlunun damarlarında da, fark edilsin ya da edilmesin, kan yerine hız dolaşıyor sanki. Her şey soluk soluğa, her şey harıl harıl, her şey vızır vızır... Evler, ağaçlar, sokaklar, caddeler ve meydanlar sürekli hareket hâlinde; her şey yer değiştiriyor, biçim değiştiriyor, ruh değiştiriyor. Kendini kendi rüzgârıyla körükleyen bir hız, hızla ele geçiriyor hayatı; ayrıntılarını silip hızla flulaştırıyor. Onu yavanlaştırıyor hatta, alıp uzaklaştırıyor ve günden güne insanın ruhuna ağırlık verecek kadar hafifletiyor.
Kısacası, hızın değere dönüştüğü bir dünyada, devasa bir hız topu hâlinde, korkunç bir gürüntüyle hep birlikte yuvarlanıp duruyoruz. Hayatımızı hayal edilemeyecek kadar kolaylaştıran tuşların, butonların ve düğmelerin sayısı arttıkça, metrekareye düşen insan sıcaklığı da giderek azalıyor tabii ve artık insanoğlu öteki insanların varlığından uzaklaşıp sadece kendi hızıyla arkadaş oluyor."