Normalde kitap okurken müzik dinlerim, tek bir müzik. Bu kitaba başladığımda da bir müzik açtım ama okudukça aslında müziğe gerek olmadığını anladım (sadece bu kitap için).
Kitap kısaydı, sıkıcı değildi, ben sevmemek için bir neden bulamadım biraz sıradışıydı ama bu da onun özelliğiydi.
Kitap sadece 3 günü anlatıyor. Ve o üç gün o kadar dolu dolu geçiyor ki, ben okurken arada sırada güldüm. Hatta Zelda'ya inansam mı inanmasam mı diye Parker gibi ikilemde kaldım. Gerçi o inanmıyordu, ikilemde değildi ama olsun.
Sis ve öfke sarayından sonra mola gibi oldu bu kitap. Yine arka kapak yazısını okumadan okumaya başladığım bir kitaptı. Ve sevdim. Kısa ve akıcı olmasının sevmemde etkisi olduğunu söyleyebilirim.
Yazarın ilk kitabının filmi bu yaz çıkıyormuş, aynı zamanda filmin müzik albümünü de kendi yapmış. Kitabın sonuna geldiğimde gördüm bunu ve yazara olan saygım arttı. Bunu yapabilmek gerçekten büyük bir başarı.
Biliyorum kitap hakkında pek bir şey yazmadım ama ne yazabilir diye düşününce, sadece hiç bir yorumu okumadan okumanızı öneririm. Çünkü bazı yorumlar insanın kafasında önyargı oluşturabiliyor. Bu kitap kafa dağıtmak için ideal. Ve kötü de değil, muhteşem kitaplarla karşılaştırılmamalı bile. Sadece oturup okunmalı. Ben yerimden kalkmak zorunda olmasaydım daha erken bitirirdim. Zamanınız varsa, alıp okuyun. Ve şaşırın. Bütün kitap nasıl sadece 3 günden bahsedebilir?