Kölelik, Hun-lar’da da vardı, fakat bu, uzun süreli boyunduruk altında tutma şeklinde değildi. Bu durum, daha ziyade Yakın Doğu için geçerliydi. Genelde savaş esir ve esireleri köle olarak kullanılıyor, ama bunlar da bilindiği kadarıyla üretim işlerinde istihdam ediliyorlardı. Hunlar’ın köleye çok ihtiyaçları bulunmasına ve hatta Çin’e yapılan savaşlar sonunda pek çok insanı beraberlerinde bozkırlara getirmelerine rağmen, bütün Hun tarihi boyunca köle ticaretinin varolduğunu gösteren herhangi bir belirti bulamıyoruz.
Geçmişin estetik algısı, bir halkı büyük işlere soyunduran ilham kaynağı olan güçtür. Hunlar'ın ve Gunlar'ın unutulmaz hareketleri Türkler'e ilham kaynağı olmuş ve söz konusu gücü sağlamıştır.
T'an-shih-huai (Tanşihay diye okunur) 141'de dünyaya geldi. Babası üç yıl Hun ordusunda hizmet ettikten sonra evine döndüğünde bir oğlu olduğunu öğrendi. Karısına bunun nasıl olduğunu sorduğun da, aldığı cevap, bir defasında yolda giderken bir gürültü duyduğu, başını kaldırıp göğe baktığında ise ağzına bir dolu danesinin düştüğü, kendisinin bu daneyi yuttuğu ve ondan da bu çocuğun doğduğu şeklindeydi. Fakat koca bu hikayeye inanmayarak, hanımının emzirmekle meşgul olduğu çocuğun yüzüne bile bakmadı.
Milli öfkenin gücü Jan Min'i tahta oturtunca, o, hemen halkın isteği doğrultusunda ülkesinde bulunan bütün Hunlar'ın katledilmesini emretti. Bu ferman öylesine büyük bir şevkle yerine getirildi ki, "katliamlar sırasında gaga burunlu birçok Çinli de öldü." Kısacası bu bir jenositdi ama Hunlar'ın saçtığı dehşet bununla karşılaştırılacak olursa bir çocuk oyuncağı idi. Hunlar pekçok insan öldürmüşlerdi ama başlan gıçta onlar bunu kendi hürriyetleri ve adalet için; daha sonraları kurdukları devletin selameti ve en son olarak da isyan eden şehirlerde devlet düzenini sağlamak için yapmışlardı. Bütün bu hareketler kendini koruma adına yapılmış ve bir mecburiyetten kaynaklanmıştı. Çinliler ise 350'de sırf kendilerine benzemeyen yabancıları yani insanları öldürmüş olmak için öldürmüşlerdi. Bu, ırkçılıktan da öte bir şeydi.
Aristokratik Hun toplumu, Çinliler’in “karmaşık kanunları yoktu ve kullanımı kolaydı" sözleriyle belirttikleri gibi kendine özgü bir sisteme sahipti. Ağır suçlar ve silahlı yaralamalar, ölümle cezalandırılır; hırsızlık halinde, sadece hırsızın malvarlığı değil, ailenin çalarak elde ettiği bütün eşyası da müsadere edilirdi. Ufak suçlar için suçlunun yüzüne çizik atılırdı. Mahkeme, en çok on gün sürer; gözaltına alınan kişilerin sayısı, aynı anda birkaç onu geçemezdi. Alışılmış hukukun yanı sıra, Me-te döneminden itibaren savaş disiplinini bozan ve askerî emirlere itaat etmeyenlere karşı ölüm cezası getiren bazı devlet hukuku da konuldu. Bu özel kanunlar, hem Hunlar’ın konsolidasyonunda önemli bir rol oynadı, hem de onların Asya’nın en güçlü devleti haline gelmelerini sağladı.
Boy devletlerinde, optimal kuvvetler dengesi, devleti meydana getiren boyların gücüne bağlıdır. Bu güçler zayıfladıkça, devlet de zayıflar; boylar güçlendiğinde ise devlet, ateş üstünde aşırı ısınan toprak kap gibi parçalara ayrılır. İşte, Hunlar’ın başına gelen de bu idi.
Attila orta boylu, geniş omuzlu, koyu saçlı ve basık burunluydu. Gür bir sakalı yoktu. Küçük gözleriyle fırlattığı şahin bakışlar muhataplarını ürkütüyor ve ne kadar güçlü olduğunu gösteriyordu. Öfkesi korkunç, düşmanlarına acımasız ama silah arkadaşlarına karşı son derece şefkatliydi. Gunlar onun kabiliyet ve cesaretine güveniyorlardı. Bu yüzdendir ki Volga'dan Rhen'e kadar bütün kabileler onun sancağı altında birleşmişlerdi. Gunlar'dan başka Ostrogotlar, Gepidler, Türingiler, Herullar, Turcilingler, Rugiler, Bulgarlar ve Akassir (Akatir) ler onun sancağı altında savaşıyor; keza birçok Romalı ve Grek de seve seve hizmetine koşuyordu.