İşte böyledir insanoğlu, diye düşünüyor, bir ömür boyu bekler bekler de darda kalınca, bir daha geri dönmemesiye silinip gideceğini anlamaya başlayınca birden acele etmeye başlar. Nice zamandır bir köşeye ittiği, dönüp bakmak bile istemediği pörsümüş anılarına, geçmişin küçük ipuçlarına yeniden sarılmaya kalkışır. Hem de hepsine birden. Beceremez ya, gene de denemekten geri durmaz. Çâresiz kalmıştır, zaman yetersizliğinden korkmaya başlamıştır da ondan belki. Bir daha hatırlamaya zaman bulamama korkusu. Oturup son kez gözlerinde canlandırmak isteğiyle sarsılır, eskittiklerini, unuttuklarını, yitirdiklerini.
İnsan beyazla doğar, beyazla başlar hayata, beyazla veda eder. Beyaz zıbından beyaz gelinliğe, beyaz damatlığa, ordan beyaz kefene. Birkaç solukluk bir koşu, hayat denen şey.
Boyuna sorup durmuştu "Ne zaman?" diye. Ne zaman ve nasıl?" Sonunda bir genç atılıp açıklamıştı ona; demiş ki: Tarih yoktur burda. 'Kışın' diye başlar hep bizim hikâyelerimiz, 'kışın kar kapıya çökünce' diye; yahut 'yazın ekinler sararınca', yahut 'güzün bağ bozumunda' diye. Mevsim mevsim yaşanır, mevsim mevsim ölünür. Acılar sevinçler mevsim mevsim bölünür.