İktisat Tarihi sözleri ve alıntılarını, İktisat Tarihi kitap alıntılarını, İktisat Tarihi en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Orta Çağ’da en etkin silah öldürme kapasitesi sınırlı olan kılıçtı. Savaşın yol açtığı asıl yıkım, açlığa ve bunun sonucunda da salgın hastalığa neden olmasından kaynaklanıyordu. Orta Çağ savaşçılarının hijyen koşulları olağanüstüyü kötüydü. Bu nedenle de salgın hastalıklar, savaşların son derece yaygın bir yan ürünüydü. Ordular savaştan çok salgınları yayarak ölüm oranları üzerinde etkili oluyordu. Savaşlarda ürünlerin, hayvan sürülerinin ve tarım aletlerinin yağma edilmesi ise açlık ve kıtlığı beraberinde getirerek yaygın şekilde ölümlere yol açıyordu. Savaşlar, sermayeyi yok ettiğinden sağ kalanlar büyük bir açlık ve kıtlıkla karşı karşıya kalıyorlardı.
Bazı Avrupalı toplumbilimciler tarihin pasif aktörlüğü rolüne layık gördükleri Asyalı toplumları toprak mülkiyetinin, rasyonel pazar organizasyonunun ve bürokratik yönetim şekillerinin gelişmediği, değişme dinamiğinden yoksun topluluklar olarak niyelendirmişlerdir. Doğu devletlerinde tarım için vazgeçilmez olan sulama sistemlerini kontrol eden yöneticilerin toplumu tam bir baskı altına alarak kişisel teşebbüsün ve temsili kurumların gelişmesine izin vermedikleri de ileri sürülmüştür. “Doğu despotluğu” olarak nitelenen ve sosyo-ekonomik gelişmeyi engellemekle suçlanan bu yönetim modeli, Avrupalı güçlerin Asya toplumları üzerinde kurmaya çalıştığı hegomanyanın bir gerekçesi olarak kullanılmıştır. Oysa modern zamanlar öncesinde en gelişmiş ve en uygar bölge olan Asya, 19. yüzyıla kadar üretim ve ihracat kapasitesi itibariyle dünya ekonomisinde Avrupa’dan çok daha önemli bir yere sahipti. Dünya mal ve kıymetli maden hareketleri Asya’nın ticari dinamizminin ve ekonomik gücünün açık bir göstergesiydi.
İlk sanayileşen ülkelerin İngiltere ile sosyal ve kültürel özellikleri itibariyle en çok benzeyen ülkeler olması bir tesadüf sonucu değildir. Bu durum sanayileşmenin teknolojik olmaktan çok sosyo-kültürel bir değişim hadisesi olduğunun bir göstergesidir.
Şarlman Avrupa'da ilk gümüş parayı bastığında, Çin'de kağıt para kullanılıyordu. Manyetik pusula bir Çin buluşuydu. Çinliler Batı'dan çok daha önce yüksek bir bilimsel ve teknolojik gelişme düzeyine ulaşmışlardı.
Diğer bir problem savaş tazminatı meselesiydi. Fransa ve İngiltere, Almanya’dan yalnız sivil şahıslara verilen zararları değil, tüm savaş masraflarını da ödemesini istiyorlardı. Tazminat miktarı 33 milyar dolar olarak belirlendi.
Savaş 10 milyon askerin ölümüne, 20 milyonun yaralanmasına neden oldu. Sivil ölümler 10 milyonu bulurken, 20 milyon insan da açlık ve hastalıkların kurbanı oldu. Savaş için yapılan askeri harcamalar 1914 yılı satın alma gücüyle 180-230 milyar dolar arasındaydı. Savaşın dolaylı maliyeti yani evlere, sınai tesislere, madenlere, hayvanlara, tarım araçlarına, taşıma ve haberleşme sistemlerine verdiği zarar ise 150 milyar dolardan fazlaydı. Savaşın maliyetiyle ilgili bu eksik tahminlere sanayide işgücü ve hammadde yetersizliğinin, sınai tesislerin bakımsızlık ve yenilenmeme nedeniyle aşırı aşınmasının ve tarımda gübre ve çekim hayvanı eksikliğinin yol açtığı zararlar da dahil değildir.
Toprak sahipleri, kiracılar, köleler veya işçiler arasındaki ilişkiler piyasa koşullarınca belirleniyordu. Gazali ve Nizamülmülk gibi 11. ve 12. yüzyılların önde gelen İslam bilginleri piyasayı yalnız bir rekabet ve mücadele alanı olarak değil de, aynı zamanda 18. yüzyılda Adam Smith’in ifade ettiği görüşlere benzer şekilde iş bölümü ve değişim yoluyla işbirliği ve karşılıklı yardımlaşma yeri olarak değerlendirmişlerdir. Devletin fiyatlara müdahalesi meşru görülmemiştir.
Toprak nüfusa göre kıt bir faktör haline geldiğinden değeri yükselmiş, ücretler düşmüştü. Bu gelişmelerin sonucunda kıtlıklar ve ardından salgınlar geldi. 1348-51 yılları arasında görülen ve Kara Ölüm olarak adlandırılan büyük bir veba salgını, bazı bölgelerde nüfusun yarısını götürmekle birlikte bir bütün olarak Batı Avrupa’da dörtte birini yok etti. Savaşlar da 1350-1500 tarihleri arasında Avrupa’yı kasıp kavurarak salgının etkilerinin daha uzun ömürlü olmasına yol açtı.
Merkantilist iktisadi politikalar her zaman yöneticilerin arzuladıkları olumlu sonuca ulaşmadı ve hatta bazı ülkelerde ekonominin uzun dönemdeki gelişmesi üzerinde zararlı etkilere bile neden oldu. Bu açıdan enterasan iki örnek Fransa ve İngiltere’dir. Ekonomik milliyetçiliğin en tipik örneği Fransa’da Colbert dönemi (1665-1683) idi. Uzun bir merkantilist geleneğe sahip olan Fransa’da Colbert’in etkisi o denli büyük oldu ki zamanla Colbertizm ve merkantelizm kelimeleri eş anlam kazandı. Colbertizm merkantilizmin aşırı bir örneği olarak nitelenebilir.
Orta Çağ Avrupası’nda önemli bir ekonomik, sosyo-kültürel ve siyasal kurum olan kilisenin etkisi din, politika ve ekonomide hissedilmekteydi. Kilise eğitimin tek merkeziydi. Orta Çağ’ın ilk yarısında sayıları giderek artan manastırlar, aynı zamanda önemli tarım üretim merkezleriydi. Kilise bir yandan Roma İmparatorluğu’nun son zamanlarındaki yüksek bürokrasiyi temsil ediyır, öte yandan da önemli ölçüde maddi servete sahip bulunuyordu. Kilise vergileme ve kişisel bağışlar yoluyla da önemli ölçüde gelir elde ediyordu. Sahip olduğu geniş bürokratik kadrolar ve maddi servetler, kiliseye tüm Avrupa ölçeğinde bir devlet gibi fonsiyon görme imkanını veriyordu.
Konfüsyüsçü değerler sisteminde tüccarlar ve ticaret aşağı bir statüye sahipti. Bu nedenle de az sayıdaki zengin tüccar servetinin önemli bir bölümünü ticaret ve sanayiye yatırım yapmak yerine toprak satın alarak seçkinler sınıfı arasına katılmak için harcıyordu.
Roma dünyası, insan faaliyetinin diğer alanlarında oldukça başarılı olmasına rağmen, teknolojik değişim konusunda hareketsiz kalmıştı. Bu teknolojik kısırlık, İlk Çağ uygarlıklarının kültürel parlaklığıyla tam bir çelişki teşkil etmektedir. Bu konuda enterasan bir örnek su değirmenleridir. Romalılar, su değirmenlerinden haberdar olmalarına rağmen çok az su değirmeni inşa ettiler; bunun yerine köle ve hayvan gücüne dayalı değirmenleri daha yaygın olarak kullandılar. Romalıların teknolojik gelişmeye daha fazla katkı yapmamalarının nedeni akli yetersizlikleri değildi. Önceki toplumlardan daha fazla demirden ve diğer madenlerden yararlanan Romalı mühendisler zekalarını işgücünden tasarruf sağlayacak makineler yerine yolların, su kemerlerinin ve büyük kubbeli binaların inşasında sergilediler...Teknolojik başarısızlığının önemli bir nedeni sosyo-ekonomik yapıyla ilgiliydi. Çoğu üretken faaliyetler, köleler ya da köleden farklı konumda olmayan insanlarca yapılıyordu. Sürekli ucuz köle arzı mümkün oldukça yeni üretim teknikleriyle işgücü maliyetini düşürmeye gerek duyulmuyordu... Roma gibi köleliğe dayalı bir toplumda büyük sanat ve edebiyat şaheserleri ve mimari yapılar ortaya konabilirdi, ancak ekonomik gelişme başarılamazdı.