Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

İslam Düşüncesinde İnsan Tasavvurları

İnsan Nedir?

Kolektif

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
Razi’ye göre tarif ile insan nefsinin tanıtılması amaçlandığına göre tanım teorisi gereği tanımın ya nefsin zatileriyle ya da arazileriyle yapılması gerekir. Zatileriyle tarif etmek mümkün değildir çünkü doğal cisme ait nefsin ilk yetkinliği, başlangıçta bulunup sonra nefis için kemale dönüştüğünden nefsin arazlarından biridir. Arazileriyle de tanımlanması mümkün değildir. Çünkü “Bu sıfat, nefsin arazlarındandır.” şeklindeki hüküm ancak nefsin tanınmasından sonra mümkün olabilir. Eğer nefsin tanınması da arazlarının tanınmasına bağlı olsaydı kısır döngü gerekirdi. Nefsin tarifinin imkanı bağlamında dile getirilen bir problem de nefsin şuuru ile ilgidir. Her insan kendisine “ben” diye işaret ettiği özel zatını zorunlu olarak bilir ve her insan başkası ile kendi zatı arasında zorunlu olarak ayrım yapar. Zorunlu olarak bilinen, tarife ihtiyaç duymaz.
Sayfa 144
Kelâmcıların Felsefî Nefs Teorisini benimsememe nedenleri 4
Genel olarak kelamcıların mütekaddimîn döneminde insanın tümeli bilme özelliğini soyut bir ruhun varlığına dayandırmadığı görülür. Çoğunluk kelâmcılar, bütün yaratılmış mevcutları belirli sayıda atomların bir araya gelerek oluşturduğu bünye üzerine eklenen arazlarla nesnelerin meydana getirdiğini düşünürler.
Sayfa 30
Reklam
Nefs, ruhânî ve hayvani [cihetlerden] oluşması ve kendini gerçekleştirmesinin (tekemmül) insânî kemale [bağlı] olması sebebiyle suret ve mana açısından mahlûkatın en güzeli, yaratılış (hilkat) ve tasarım (sun’) açısından en mükemmeli olan insan türünü gerçekleştirmek ( tahsil) için indirilmiştir. İnsanın ilim, irfan, tefekkür, itkân gibi ruhânî hususiyetleri olduğu gibi duyusal idrakler, cismanî lezzetler gibi hayvanî nitelikleri ile [ruhânî ve cismanî niteliklerin terkibinden oluşan] sanat kabiliyeti (kabiliyet-i sınâât), teknik beceri (fâiliyet-i masnuat), yönetim (tedbîr) gibi özellikleri de vardır. Dünya onunla mamur olur, ahiret de öyle. Şimdi ve gelecek [hep] onunla güzelleşir. İki âlemde de Allah’ın eşsiz yaratmasından ve nimetlerinden faydalanan, kudret ve kereminin kemaliyle onları idrak edip bilen odur. Bu, büyük bir sırdır.(Cürcânî. er-Risâletü’l-kudsiyye fi şerhi Kasideti’l-mensabe ilâ Ebî Ali b. Sinâ. s. 196. )
Fârâbî, nefsin başlangıçta bedene yerleşik olduğunu, doğru inanç ve uygun davranışlarla soyutlanabileceğini düşünür. Fakat Fârâbî, nihai tahlilde nefsin bir sûret olduğu kanaatindedir.
Sayfa 30
Teftâzânî’ye göre insanın bu bedeninin ötesinde bir hakikatinin bulunduğu akıl ve naslarla sabittir. Bu hakikat, nefis veya ruh olarak isimlendirilmiştir. Ona göre ruh veya nefis denilen şey mütekaddimîn kelâmcılarının savunduğu gibi latîf bir cisimdir. Teftâzânî, nefsi, latif cisim olarak görmekle birlikte soyut cevher anlayışının da naslara ve akla aykırılık teşkil etmediğini düşünür ancak genel teorisi ve açıklamaları cismânî nefis görüşüne daha uygundur. Ona göre nefis, tikel olsun tümel olsun tüm bilgileri idrak eden bir öznedir. Bütün idraklerde şeylerin süratlerinin veya hakikatlerinin nefiste husül bulduğunu düşünen Teftâzânî, tümellerin bizzat tikellerin ise aletler vasıtasıyla idrak edildiğini söyler. Bununla birlikte filozoflarının iddia ettiği gibi duyular, nefsin tikelleri idraki için şart değildir aksine duyular olmadan da nefsin tikelleri idrak edebileceğine dair açık naslar bulunmaktadır.
..Bununla birlikte Mâtürîdî, imtihan kavramını da rasyonel bir zemine oturtmakta, Allah Teâlâ’nın varlığını aklî delillerle ortaya koyduktan sonra Tanrı tasavvuru na bağlı olarak imtihan sonucuna ulaşmaktadır, Burada Allah Teâlâ’nın hakîm oluşu üzerinden adım adım şöyle bir mantıki süreç izlenmektedir. Allah vardır ve Allah aynı zamanda hakimdir. Allah’ın bütün fiilleri gibi yaratma fiili de hikmete mebnidir. Bir şeyi herhangi, bir amaç ve fayda gözetmeksizin sırf yok olsun diye yaratmak ise hikmet değildir. O zaman insanın sadece yok edilmek için yaratılması da hikmetin dışındadır. Şu hâlde Allah’ın, insanı yaratıp da yeryüzünde nasıl yaşayacağının ve bir düzen kuracağının yollarını göstermeyerek yok olmasına izin vermesi, onun hakîm oluşuyla çelişir, Zira insanoğlu, yeryüzünde yaşamaya başladığında vahiyle temel bilgileri edinmemiş olsa ne diğer varlıklar arasında tutunup kendi varlığını devam ettirmeye yol bulabilir ne de insanlar ara­sında bir düzen tesis edebilirdi. Bu durumda insan türü yokluğa mahkûm olur dolayısıyla da yaratılmasının hik­meti kalmazdı. O hâlde İlâhî hikmet, insanın yeryüzünde başıboş ve çaresiz kalmaması, varlığını devam ettirebil­mesi, fesada düşmeden yaşayabilmesi için ihtiyaç duydu­ğu ilkeleri içeren vahyin bildirilmesini gerektirir. Bu da emrin ve nehyin varlığını zorunlu kılar. Bu durumda da adalet ve hikmetin gereği, emre uyan ile emre isyan ede­nin aynı değerlendirilmeyip ayrılmasıdır. Buna göre itaat edene sevap, isyan edene de ikab gerekli olur. Böyle bir bağlamda itaatkâr ile isyankârın zorunlu olarak ayrılması sonucu imtihan kavramı açığa çıkmaktadır
Reklam
Gazali’nin mezcettiği teoriler
Gazzâlî, Mi’yâru’k-ilm’de mantığı tevarüs edip kelâm geleneğinin yöntemiyle meczettiği gibi Mizânu’l-amel’de de nefs ve ahlâk teorilerini tevarüs ederek bütünüyle Allah’a adanmış bir hayat olarak kurguladığı ahlâkım dayanakları ve kavramsal çerçevesini Meşşâî nefs ve ahlak teorisiyle inşa etmiştir.
Sayfa 50
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.