Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

İrfan Bahçesi

Necdet Tosun

En Yeni İrfan Bahçesi Sözleri ve Alıntıları

En Yeni İrfan Bahçesi sözleri ve alıntılarını, en yeni İrfan Bahçesi kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Derviş, hasta olunca doktora, fetva soracağı zaman müftüye, dükkan açacağı zaman ticaretten anlayan arkadaşlarına danışmalı, tasavvufi ve ahlaki konularda da şeyhi ile istişare etmelidir.
Sayfa 133Kitabı okudu
Sâmî Efendi’nin bağlılarından ve sevenlerinden Bandırmalı Nazım Yüzbaşı Efendi şöyle anlatmıştır: 1974 yılındaki Kıbrıs savaşının akabinde halı-kumaş ticaretiyle uğraşıyordum. Bandırma’dan İstanbul’a halı satın almak için gitmiştim. Mahmûd Sâmî Efendi’nin İstanbul Erenköy’deki evinde sohbet yapılacağını duydum ve bir vesileyle iştirak ettim. Sohbet için eve girdiğimde Bursa müftüsü ile Kayseri’den Cemil amca isminde meczub bir zât gibi birkaç kişi daha oradaydı. Sâmî Efendi hazretleri sohbete başlamadan önce Kayserili Cemil amca Sâmî Efendi’ye: “Efendim, Kıbrıs harbi nasıl oldu, anlatıverseniz, bizim zâhirî kuvvetlerimiz bu Kıbrıs harbini kazanabilir miydi?” dedi. Sâmî Efendi sükût edip konuşmadılar, sohbete başlamak istiyorlardı. Cemil amca tekrar: “Efendim, mânevî âlemden yardım gelmese bizim zâhirî kuvvetlerimiz bu savaşı kazanabilir miydi?” dedi. Sâmî Efendi yine sükût edip bu konuda bir şey söylemeyince Cemil amca: “Efendim, Allah aşkına söyleyin, bu savaşta mânevîyat erleri destek vermedi mi, onlara bütün emirler de sizden çıkmadı mı, manen komutan siz değil miydiniz, söyleyin de bu kardeşler biliversin” deyince, Sâmî Efendi mahcûbiyetinden kızardı, oradaki hâfıza: “Bir aşır okuyalım” buyurdu ve sohbeti başlamadan bitirmiş oldu.
Reklam
Letâif, latîfe (ince, nâzik, şeffaf şey) kelimesinin çoğulu olup, tasavvuf ıstılâhı olarak insanın hakîkatını oluşturan katmanları ifâde eder. Bunlara rûhun mertebeleri veya farklı boyutları da denebilir.
âh Veliyyullah Dihlevî, Eltâfü’l-kuds fî ma‘rifeti letâifi’n-nefs (Farsça metin ve Urduca tercümesi ile birlikte nşr. Seyyid Zahîruddîn), Delhi 1312/1894, s. 16-17
Mahmud Sâmî Ramazanoğlu hazretleri, 1953 senesinde İstanbul’a geldiklerinde Tahtakale semtinde bir dostu, kendi müessesesinde muhasebe defteri tutmasını ricâ edince Sâmî Efendi önce bu iş yerinin defterlerini inceleyip alış verişin fâizsiz ve helâl yoldan yapılıp yapılmadığını araştırmış, gereken ikazları yaptıktan sonra bu vazifeyi kabul etmiştir. Şöyle dediği nakledilir: “İstikâmet, farz-ı dâimdir. Diğer ibadetlerin belirli zamanları olur. Fakat insan istikâmetten (doğru yoldan) bir an ayrıldı mı, hem dinini, hem ihlâs üzere işlediği amellerini, hem iz’ânını, hem de irfânını kaybeder. Allahü Teâlâ muhafaza eylesin.” Mahmud Sâmî Efendi hazretleri bir defasında nişan merasimine davet edilmişti. Damadın yüzüğünü takması kendisinden rica edildi. Sâmî Efendi tepsideki yüzüğün altın olduğunu görünce, hiç kimseye bir şey demeden kendi yüzüğünü çıkarıp damadın parmağına taktı ve: “Bunu, bugünün hâtırası olarak kabul edin, altın yüzüğü de hanımınıza hediye edersiniz” buyurdu. Böylece İslâmiyet’in altından yapılan süs eşyalarını erkeklere yasakladığını gayet nâzik bir üslupla öğretmiş oldu. Cenâb-ı Hak, istikâmet üzere yaşayıp rızasına kavuşmayı nasip eylesin. Âmin.
Nakşbendîler’in bid‘at ve hurâfelere karşı hassas olduğunu bilen İbn Hacer Heytemî (ö. 974/1567) bu tarîkatı “Câhil sûfîlerin bulanıklıklarından uzak olan tarîkat-ı aliyye” şeklinde vasfetmiştir.
Bâkî Billah da tasavvuf yolunda ilerlemek için helâl gıdânın önemli olduğunu vurgular ve şöyle derdi: “Yemeğin az olmasıyla yetinilmemeli, onu pişiren odun, su ve kaplarda da helâle önem verilmeli, ayrıca yemeği pişiren kişi gâfil olmamalı ve huzûr-i ilâhîde bulunduğunun bilincinde olmalıdır. Bu konulara dikkat edilmeden hazırlanan yemekten bir duman çıkar ki feyz kanallarını kapatır”.
Reklam
Hoca Bahâeddin Nakşbend hazretleri:
“Biz Allah’ın lütfu ile (manen) her ne elde ettiysek, Kur’ân âyetleri ve Hz. Peygamber’in hadisleriyle amel etmek sûretiyle elde etmişizdir. Bu amelden bir netice alabilmek için takvâ ve şer‘î kurallara riâyet etmek, azîmete sarılmak, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat prensipleriyle amel etmek ve bid‘atlardan kaçınmak gerekir”.
Hâcegân tarîkatının kurucusu Abdülhâlik Gucdüvânî hazretleri müridine tavsiyelerde bulunurken: “Fıkıh ve hadis ilmini öğren, câhil sûfîlerden uzak dur, sermayen fıkıh kitapları olsun” demiştir.
İmâm-ı Rabbânî tasavvufta yanlış anlaşılan bazı konulara da açıklık getirmiştir. Vahdet-i vücûd düşüncesinin tasavvufta bir mertebe olduğunu ifâde eden İmâm-ı Rabbânî, onun aşılarak vahdet-i şuhûd mertebesine, oradan da abdiyyet makâmına ulaşılması gerektiğini söylemiştir. Bu konuyu Güneş ve yıldızlar örneği ile şöyle anlatır: Gündüz Güneş doğunca yıldızlar görünmez hâle gelir. Bu esnâda bir kimsenin “Gökyüzünde yıldız yok, sadece Güneş var” (ya da yıldızlar hayâl ve Güneş’ten farklı değil) demesi ve böyle inanması vahdet-i vücûd ehlinin hâline örnektir, ilme’l-yakîn mertebesidir. Yani Sirhindî’ye göre, vahdet-i vücûd bir algı yanılmasıdır. “Gökyüzünde Güneş’ten başka bir şey göremiyorum, ancak bu durum yıldızların olmadığı anlamına gelmez, yıldızlar vardır ancak Güneş’in yoğun ışığı sebebiyle örtülmüş, görünmez hâle gelmişlerdir” diye düşünen kişi ise vahdet-i şuhûd ehlinin hâline örnektir, ayne’l-yakîn mertebesidir. Eğer bu kişinin görüşü güçlenir ve Güneş ile yıldızları ayrı ayrı görebilirse bu, diğer ikisinden daha yüksek bir mertebe olan hakka’l-yakîn (abdiyyet: kulluk) mertebesidir.
Ahmed Sirhindî, Mektûbât, I, 111-112 (no: 43)
...mistisizmin ve yoganın oldukça yaygın olduğu bu coğrafyada(hint altkıtası) sırf aklî izahlarla İslâmiyet’i yaymak zor olduğu için bazı sûfîler kerâmet göstermek zorunda kalmışlar ve bu yolla halkı İslâmlaştırmışlardır.
57 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.