"Ölen kişinin gövdesi mumla kaplanmıştır; önceden karnı yarılmış, içi boşaltılmış ve maydanoz tohumu, anason ve dövülmüş saparna ve kokulu maddelerle doldurulmuş, sonra dikilmiştir"
Eski Türklerde muhterem kadınları Tanrıça adıyla yâd etme adetinin olduğunu da Orhun Kitabeleri’nden anlıyoruz. Bilge Kağan annesini Umay gibi görüyor.
İskit atlıları eyer kullanmışlardır. Bu özellikleri, onların Grek ve Roma gibi süvari birlikleri bulunmayan devletlere karşı büyük bir avantaj sağlamıştır.İskitlerin kullandığı atların iskeletleri arkeolojik kazılar sonucunda kurganlardan çıkarılmıştır.
"Asli Türk itikadında antropomorfizm (tanrıları insanlaştırma)yoktu. Bundan dolayı da onları muhafazaya mahsus yapılar olan tapınaklar inşa edilmiyordu"
Türklerde bir de Umay adında ev hayatına ve çocuklara bakan bir Tanrıça bulunmaktaydı. İskitlerin Tabiti adını verdikleri Tanrıça işlevi itibarıyla eski Türklerdeki Umay'a denk düşmektedir.
Sarmat kızları ata biniyor, ok atıyor, at üzerinde
kargı savuruyor, düşmanla savaşarak, üç düşman öldürmedikçe evlenmiyorlardı.Herodotos , Amazonların Sarmat kadın savaşçıları olduğunu bildirmektedir.
Daha da belirgin olanı Türkiye Selçuklularında mumya geleneğinin varlığıdır. Selçuklu Sultanlarından II. Kılıç Arslan, I. Keyhüsrev, II. Süleyman Şah, III. Kılıç Arslan ve daha birçokları mumyalanmıştır. Bu durum köklü bir ananeyi ve kültürel sürekliliği belirgin bir biçimde göstermekte.
İskitler hakkında bilgi veren önemli kaynaklardan birisi de Hippokrates'in eseridir. M.ö. 460- 377 tarihleri arasında yaşayan Hippokrates antik adıyla Kos, günümüzdeki adıyla Istankoy 'lüdür. Kendisine tıp 'taki başarılarından dolayı 'tıbbın babası" unvanı verilmiştir.
Kaynaklardan okların zehirli olduklarını ve İskit ok zehrinin aşağı yukarı nasıl yapıldığını öğrenebiliyoruz. Zehri yapmak için İskitler, belirli zamanlarda bir cins yılanı (muhtemelen küçük engerekler) yakalar, gövdelerinin çürümesini beklerlerdi. Birtakım işlemlerden sonra zehir elde ederlerdi. Okların uçları bu zehre bulanırdı. Kanca uçlu ve zehre bulanmış bu ok uçlarından son derece korkulurdu; çünkü bunların çıkarılması son derece zordu ve çıkarma işlemi sırasında kurban çok büyük acı çekerdi. Üstelik, zehrin uzun vadeli hasara neden olduğu ve bu nedenle en küçük yaraların bile büyük ihtimalle ölümcül olduğu hesaplanırdı. Çünkü bu tür bir ok için "çifte ölüm vaat eden" tabiri kullanılmıştır.
Kadınların sağ memeleri yoktur. Çünkü kızlar daha çocukken anaları , bu iş için yapılmış tunçtan bir aleti şiddetle kızdırıp sağ memeye bastırarak dağlarlar . Böylece memenin büyümesi önlenir. Bütün kuvvet sağ omuz ve kola gider.
İskitler hakkında yapılan araştırmalar bir tesadüfle başlar. XVII. yüzyılın son çeyreğinde, Sibirya'daki kurganlarda gizli kazılar yapan bazı defineciler çok kıymetli altın eserler ele geçirir. Durum I. Petro'ya ihbar edilerek eserlere el konulur ve söz konusu eserler St. Petersburg'a götürülür. Koleksiyoncular ve sanatseverler, o zamana kadar hiç görmedikleri bu değişik tarzdaki ilgi çekici eserlere hayran olurlar. Bunun hemen ardından Sibirya ve Güney Rusya'da bulunan benzer türden buluntular, bir yandan bu sanata olan ilginin daha da artmasına vesile olurken, öte taraftan da bunların, bir zamanlar Asya bozkırlarında yaşamış göçebelerin sanat eserleriyle olan benzerliğinin gündeme gelmesine sebep olurlar. Günümüzde "Göçebe Hayvan Üslubu" olarak tarif edilen bu zengin arkeolojik materyal "Bozkır Kurgan Medeniyetleri"nin tipik kültürünün başlıca ürünlerindendir.
Göçler tarih öncesi ve tarihî devirlerde belirli aralıklarla gerçekleşmiştir. Bu göçlerin büyük bir kısmı Asya içlerinden yapılmıştır. Asya'nın bu iç kısmı Türk ırkının anavatanı olarak bilinmektedir. Burası, doğuda Kadırgan dağlarından, batıda Ural dağları ile Hazar Denizi'ne kadar, kuzeyde Sibirya'dan, güneyde Çin, Tibet ve İran ülkelerine kadar uzanan oldukça geniş bir sahadır. Bu sahanın günümüzde coğrafyacılarca kabul edilen adı Orta Asya'dır (Arsal 1930: 3).