Hiç kimse; "İslâm'da benim yaşadığım problemin çözümü yok!" diyemez. Onun bir benzeri mutlaka asr-ı saâdette geçmiştir, Kur’ân ve Sünnet'te muhakkak bir çözümü vardır.
Akıl, "muhdes"tir, yani sonradan yaratılmıştır. Bu muhdes varlığın kadim varlığı, sınırlının sınırsızı, damlanın uçsuz bucaksız okyanusu lâyıkıyla idrak ve ihâta edebilmesi, elbette mümkün değildir.
İslâm fıtrî bir dindir. Zaman ve mekânın şartları değişse de insanın fıtrî husûsiyetleri, aslî mâhîyeti itibârıyla, hep aynı kalır.
Bu sebeple insan fıtratını dikkate alan İslâmi emir ve nehiyler, hiçbir zaman değer kaybına uğramaz.
Bugün bilim ve teknolojinin insanlığı yaşatmak kadar yok etme hususunda da gelişmiş olması, İslâm'ın hayat veren ölçülerinden mahrum kalındığında ilmin nasıl saâdet yerine felâket âmili olabileceğinin, acı bir göstergesidir.
Mutaassıp Orta Çağ Avrupa'sında eczacılık ve tıbba bakışı, hristiyan din adamı Tatian'ın şu ahmakça sözü hulâsa eder:
"Dünyevî ilâçlar Tanrı'ya güvensizliktir. Neden köpekler gibi otlarla tedavi oluyorsunuz?"
Hâlbuki İslâm, ölümden başka her hastalığın devâsı olduğunu bildirmiş ve hastaları tedavi olmaya teşvik etmiştir.