Bir Ressamın Günlüğü

İstanbul’da İki Yıl 1919-1921

Alexis Gritchenko

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
27 Kasım - Herkes bu tekdüze hayattan bıkmış durumda. Tepeden tırnağa ekose bir kumaşa sarınmış bir Rus kadını geceleri gözünü kırpmıyor. "Soğuk tahta döşemenin üstünde uyumaya imkan yok!" Oğlu için İstanbul'a götürdüğü kitap sandığının üstünde siyah bir heykel misali oturup duruyor. Göğsünü dizlerine dayayıp başım güçlü ellerinin arasına almış bir Türk tayfa uyuklamakla meşgul, basık fesi yarı karanlıkta alev alev yanıyor. Geniş yük ambarı neredeyse bomboş. İnsanlar oraya yığılmış, uyuyorlar: Yahudiler, Rumlar ve Ermeniler - onlarınki "konforlu bir yolculuk. Şişman kadınlar kuş tüyü yorganlar, silteler ve yastıklar içinde kaybolmuşlar. Donuk yüzler, gergin çizgiler, kimse Konstantinopolis'ten söz etmiyor.
Haliç'te insanlar gibi tekneler de sık sık değişiyor:Doğu, Anadolu, Yunanistan, İtalya sürekli yeni kokular,yeni renkler,yeni karakterler gönderiyorlar.
Reklam
İskelelerdeki rengarenk yaşamı gözlemlemeyi seviyorum. Kayıkların gösterisi de hep göz alıcı: Venedik gondolları gibi uzun, zarif kayıkların pruvaları renkli çubuklarla süslü ve kürekleri esnek. Rengarenk gövdeleri pırıldıyor, suyun üzerinde kayıyor ve hareleniyor. Kayıkların içindeki sıraların üstünde mor kilimler. En sıradan olanlar, sandallar doğal ahşaptan yapılmış. İskeleye yanaşılıyor, yolcular iniyor (genç kızlar feracelerini düzelterek zarif bir selalde sıçrıyorlar), yeniden hareket ediliyor. Çoğunlukla fantastik çarşaflar giymis, siyah ve esrarengiz yaşmakları tarafından korunan hanımlar, efendiler, saygadeger hocalar, özentili Peralılar, uzun küreğiyle bir fırıncı gelip geçiyorlar tüm bu hareket hiç telaşsız, bir ritim içinde, durmadan, kargaşaya yol açmadan gerçekleşiyor.
Sayfa 65 - karaköy iskele üstünde oturup sıra sıra uğrayan vapurları ve inen yolcuları seyrederkenKitabı okudu
7 Mart- Olaylarla dolu bir gün. Dulgerler sokağında bir sıraya oturmuş dinleniyordum. Yanımda iki efendi sohbet ediyorlardı: Çok iri yarı, ak sakallı bir Türk; fesinin üzerine kar gibi bir tülbent sarmış (öyle ki fesin sadece pembe tepesi gözüküyor), şalvar ve yeşil yelek giyip beline kıpkırmızı bir kusak dolamış. Digeri daha genç, mavi şalvar ve leylak rengi yelek giymiş. Onlerinde yuvarlak, kocaman bir sini. Açık renk küçük käseler ters çevrilip kapatılmış. Sıranın arkasında kırmızı bakırdan koca bir tencere ters donmus duruyor. Esnaf bütün çorbasını satmış, dinleniyor. Ellerini dizlerinin üstünde kavuşturmuş. Komşum geniş el kol hareketleri yapıp konuşmasını destekliyor. Kıyafetler, hareketler baş döndürücü. Ortaçağ. Planyalar ıslık çalıyor, testereler gıcırdıyor, yay veya daire biçiminde bükülen hala sıcak planşetler boğuk boğuk çınlıyor. Yalazlar kıvranıyor (odun yakıyorlar).
23 Aralık - Günlerdir notlarıma dokunmadım. Felaket başımdan eksik olmuyor. Beni karanlık ve ıssız bir odaya naklettiler. Koğuşta iken yanımda yatan, sabah erkenden çıkıp akşam geç vakit dönen o tanımadığım kaputlu adam da yanımda (birbirimize tek kelime bile etmedik). Yağmurlar tekrar başladı, ellerim donuyor ve ruhum uyuşuyor. Daha çok ışık alan ve önünde çalıştığım pencere tarafında tufan kokusu var. Çatı pencerelerinin aralıkların- dan aniden bastıran gecenin karanlığında karaçamlar ve serviler görünüyor. Cezaevi grisi yüksek duvarlar, çıplak demir yataklar, lekeli ahşap zemin, her şeyde bir hastane kokusu var (burası kısa süre öncesine kadar askeri hastaneymiş). Türklerde de olduğu gibi, yanağımda bir kan çıbanı çıktı. El parmaklarımda iltihaplanma var. İki parmağımla zar zor çalışabiliyorum. Novorossisk'ten aldığım ekmeğim biteli çok oldu. Tek kuruşum, tek Rus banknotum kalmadı...
Reklam
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.