"Niçin yaşayayım, niçin herhangi bir şeye karşı bir istek duyayım, niçin herhangi bir şey yapayım?" Sorusu şekilde ifade edilebilir:
"Hayatımın, beni bekleyen, kaçınılmaz olan ölümün yok etmeyeceği bir anlamı var mı?"
hayatın kendisine yönelik soruları yanıtlamaya çalışan bilim dalları arasındaki taksime bakacak olursak yani fizyolojiye, psikolojiye, biyolojiye, sosyolojiye; insanı dehşete düşüren bir düşünce fukaralığıyla, en büyük belirsizliklerle, kendi alanları dışındaki o soruların cevabını bulabileceklerine dair hiç de haklı görülemeyecek iddialarla ve her bir otoritenin sürekli olarak başka otoritelerle ya da kendi kendisiyle çeliştiği gerçeğiyle karşılaşırsınız. varoluşa ilişkin soruların çözümleriyle ilgilenmeyen, sadece kendi alanlarıyla ilgili bilimsel sorulara yanıt veren o bilim dallarına baktığınızda, insan aklının gücü karşısında mest oluyorsunuz, ama peşinen de biliyorsunuz ki bu bilimler hayatın kendisiyle ilgili hiçbir soruya cevap verememektedirler. bu bilimler basitçe bu soruları görmezden gelmekte ve şöyle demektedirler: ''ne olduğunuz ve niçin yaşadığınız sorusuna verilecek bir cevabımız yok, biz bu soruyla meşgul de olmayız. ama eğer ışığın kanunlarını, kimyasal bileşiklerin kanunlarını, organizmaların gelişim kanunlarını bilmek istiyorsanız; kütlelerin kanunlarını ve şekillerini, sayıların ve miktarların ilişkilerini, aklınıza hükmeden kanunları bilmek istiyorsanız, bunların hepsine verilecek açık, kesin ve doğruluğu sorgulanamaz cevaplarımız var.''
"Acaba bir şeyleri gözden kaçırmış ya da yanlış anlamış olabilir miyim?" diye kendime birkaç kez sordum."İnsanın kendisini böyle bir ümit sizde kaptırması normal bir şey olamaz" Ve soruların cevaplarını insanoğlunun edindiği bütün bilgi dallarında aramaya başladım.
Çıkışı olmayan bir ormanda yaşayan biri olsaydım, yaşamaya devam edebilirdim. Fakat ben ormanda kaybolmuş ve dehşete düşmüş, yolunu bulmak için koşuşturan birisi gibiydim; attığı her adımla kafası daha da karışan ve yine de koşuşturmaya devam eden biri..