biraz şüpheyle başlasam da dili, olaylara bakışı, anlatım biçimiyle hemen sarıp sarmalayan aleksandr soljenitsin romanıdır.
gerçekten bir sovyet mahpus hayatı şahane anlatılmış. çünkü yazar dilini kurarken gerçeği abartıya, süslemeye kaçmadan veriyor. öyle bir anlatıyor ki sanki koğuşta yahut dışarıda sıra bekliyorsunuz. insanlar arasındaki ilişkiyi, güçlüyü, kurnazı, herkesin yolunu bulmaya çabalamasını belirgin biçimde gösteriyor.
gerçeklikten uzak yazarların düştüğü problem daima bu olmuştur. bazen olanca samimiyetiyle hikayesini anlattığını düşünür fakat ortaya çıkan soğuk bir düzyazıdır. çünkü yazar ele aldığı konuya araç olarak bakıyorsa samimiyetten uzaklaşmaya başlıyor.
tolstoy mesela diriliş'te hikayeyi öyle bir ele alıyor ki adamın yazdığı şeyi bütün birikimi, adanmışlığıyla ortaya çıkardığı belli oluyor. halbuki çoğu yazar güzel cümlenin yeterli olacağı görüşüyle hareket ediyor. yani işi matematik gibi görmeye çalışıyorlar. hikaye anlatmak formülle asla bağdaşmayacak bir unsur çünkü duygu devinimi yaratmak, özdeşlik kurdurmak gerekiyor. cümle yakışıklı olabilir ama yazarın dilindeki samimiyet kitabın geneline yansımadıkça bam teline dokunmuyor.
bu kitapta yazarın başardığı bence tam olarak böyle bir his.