Oysa hepimiz anladık ki vatanı sevmek yahut haksızlığa tepki göstermek öyle sokaklarda vuruşarak, birbirine kurşun sıkarak, duvarlara sloganlar yazarak olmuyormuş. Bunlar bizi yalnızca 'kahrolası militan'lar yaptı. Adam gibi üniversitelerimizi okuyup bilimde, sanatta, ekonomide, teknolojide ileri götürmek varmış. Üniversiteye gidip devrimi bilimde yaparak, ülküyü sanata yüklüyerek, dini ruhlara yerleştirerek ülkeye çağ atlatıp ileri taşımak yerine çatışmaya giderek ülkeyi geri bırakmak küresel bir oyunun piyonu olmaktan başka bir şey değilmiş. Gerçeği yakalamak üzere farklı fikirlerimizi çarpıştırmak yerine kendimiz çarpıştığımız için gençliğimizle birlikte her şeyi heba ettik.
ve Aslan Kral, ölümün eşiğinde, sanki hiçbir şey önemli değilmiş gibi bir isim telaffuz ediyordu. Üstelik herkes tarafından merak edileceğini bile bile. Gözü yaşlı halkına baktı, belki de son kez sözünü dinleyeceklerini düşünüyordu. Sükûnetle ve tane tane söyledi:
"Bir adam ki, dünyayı yöneten kişiler onu anlasalardı en büyük hazineye sahip olurlardı!"
"İstiyorsan anlat, ferahlarsın. Ama önce sana resmini göstereyim... Bak bakalım, beğenecek misin?"
"Bu da ne böyle; gülmekle ağlamak arasında kaybolmuş gibiyim!"
"Gülmekle ağlamanın arası masumiyetin resmidir aslanım!"
İnsanlık onurunu savunmanın ideolojiyi savunmaktan güzel olduğunu keşfettik.
İnsanın ideolojisiz olmasının idealsiz olması yahut eylemsiz kalması manası taşımayacağını öğrendik.
Keriman Hanım gramofona bir kırkbeşlik koydu. Belli ki atölyedeki boş sandalyenin bıraktığı kasveti dağıtmak, Ethem'in ardından bir teselli sesi duymak istemişti. Barış Manço "Ellerimle büyüttüğüm / Solar iken dirilttiğim..." diyordu.