"Neler hissettiğime gelirsek; kendimi bir gemi batığının içindeki balıklara
benzetiyorum. Denizin dışından bakanlar için hayat adına bir şey ifade etmezken,
içinde yeni bir yaşam kaynağı barındıran batığının içinde yeni doğacak umutların
yumurtalarını çatlatmasını bekleyen bir balığa… Tüm bunlar içimde gerçekleşirken
meraklı gözlerim ise sokağa yeni yeni aşina olmaya başlamış bir çocuk gibi
merakla etrafı süzüyordu. Ayakları kötürümleri andıran köprüler, ilhamsız kalmış
şairlere benzeyen dilsiz çeşmeler… Anadolu’nun destanlarının, kahramanlık
hikayelerinin tenhalaştığı yollardan geçmişi yad edercesine, bir cenaze merasimine
uygun sessiz ve ağır adımlarla geçtik. Servisiz mezarlıklarla çevrelenmiş, köyün
yalnızlığını yüzümüze vuran köyler de gördük, ağaçların yalnızlıklarını gizledikleri
köyler de.
Yontulmamış taşların çalı çırpıyla harmanlandığı, kimi zaman kuş yuvalarında
olduğu gibi gelişigüzel kurulan evler… Buralarda kimler yaşıyor? Yer yer gözüme
çarpan harabe yığınları, köy ya da kasaba diye adlandırdığımız renksiz hayatlar,
yıkıntılar. Hepsi de savaşın getirdiği gölgeler üzerine inşa edilmiş…"