"Baldini özenle burnunu sildi, sonra penceredeki jaluziyi biraz indirdi, çünkü doğrudan gelen güneş ışığı, koku veren her maddeye ve kokunun yoğunlaştığı her eriyiğe zararlıydı.
Yazı masasının çekmecesinden temiz, beyaz dantelli bir mendil çıkarıp açtı. Sonra flakonun tıpasını hafifçe çevirerek çıkardı. Bu arada başını iyice geriye atmış, burun deliklerini sıkı sıkı kapalı tutuyordu. Çünkü şişeden çarçabuk, doğrudan doğruya bir koku izlenimi kapıvermeyi istemiyordu.
Parfüm havalandıktan, kokusunu geliştirdikten sonra koklanmalıydı, yoğun biçimiyle asla.
Mendile birkaç damla damlattı, sonra alkolünü kovalamak için havada salladı mendili, ardından burnuna tuttu.
Kısacık, sert üç solukla kokuyu, bir tozmuşçasına içine çekti, sonra yine hemen dışarı üfledi, yelpazelenerek aldığı havayı tazeledi, üç vuruşlu koklamayı yineledi, en sonunda da derin mi derin bir koku alıp havayı yavaş yavaş, tutarak, sanki uzun, yayvan bir merdivenden aşağı kayıyormuş gibi bıraktı"
"Parfüm felaket iyiydi..."
Çünkü insanlar utanmadan ve en küstah şekilde Tanrı'nın kilisesine verdiği yetkiye kuşkuyla bakarken, aynı derecede Tanrı dileği olan monarşiden ve kralın kutsal kişiliğinden, bunlar isteyenin içinden zevkine göre istediğini seçebileceği bir dizi yönetim biçimi içinde iki değişken makamdan başka bir şey değilmiş gibi söz ederler ve —iş sonunda o noktaya kadar gelmişti— iyice ileri gidip Tanrı'nın kendisini, Her Şeye Kadir Yaratan'ın bizzat şahsını olmasa da olur gibi gösterip, kemal-i ciddiyetle, dünyada düzenin, ahlakın ve mutluluğun o olmadan da, sırf insanoğlunun kendi içinde doğuştan var olan töreciliği ve aklı sayesinde gerçekleşebileceğini ileri sürerlerken, aa... aman Tanrım, aman Tanrım! — Hal böyleyken, her şeyin tepetaklak olmasına, törelerin bozulmasına, insanlığın o, varlığını yadsıdığının cezasını üstüne çektiğine de çok şaşmamak gerekirdi aslında.
Sayfa 66 - Can Yayınları, Almanca aslından çeviren: Tevfik TuranKitabı okuyor