Köşe Taşları Said Nursi'nin Düşünce Evreni

Ahmet Yıldız

En Eski Köşe Taşları Said Nursi'nin Düşünce Evreni Gönderileri

En Eski Köşe Taşları Said Nursi'nin Düşünce Evreni kitaplarını, en eski Köşe Taşları Said Nursi'nin Düşünce Evreni sözleri ve alıntılarını, en eski Köşe Taşları Said Nursi'nin Düşünce Evreni yazarlarını, en eski Köşe Taşları Said Nursi'nin Düşünce Evreni yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Esasen Türkiye'deki İslamcı gelenek içinde yer alan sufi-selefi uçların başı Said Nursi ile hiçbir zaman pek hoş olmadı. Said Nursi bu iki çizginin ürettiği sapmaları tespit ve teşrih ederken bunları güçlü bir şekilde de eleştirdi. Dinin siyasal bir meta haline getirilmesine itiraz ettiği için siyasal İslamcı gelenek de Said Nursi'yi en hafifinden yokluğa terk etti. Kemalist ve milliyetçi gelenekler için de Said Nursi sempati uyandırmadı. Kürt milliyetçileri, Kürt aidiyetine sahip olmasına rağmen Kürt milliyetçisi olmamasını bir “deformasyon” olarak görürken Türk milliyetçileri onun Türklerin İslam'la ilişkisi üzerinden sergilediği istihsanı milliyetçiliğe tahvil etmeye çalıştı ve Türk milliyetçisi hayali bir Said Nursi üretti.
Said Nursi'nin takipçileri de esasen hayali bir Said Nursi ürettiler. Kendi meşrep renkleriyle Said Nursi'yi boyadılar. Ferdi ve kolektif düzeydeki seçilmişlik algısı cehaleti özendirdiği için Said Nursi'yi bir alim ve düşünür olarak anlama çabaları embriyonik düzeyde kaldı. Bu tür bir çaba gösterir gibi olduklarında da bu alanı mutlaklaştirip tekilleştirdiler; çoğulluğa ve farklılığa kapattılar. Bu çerçevede şu söylenebilir sanırım: Nurcular Said Nursi ve Risale-i Nur'u bir mürşid olarak benimsedikleri için onun alim/düşünür kimliğini ötelediler. Meşrep dogmaları üzerinden ona ilişkin düşünme biçimini dondurdular ve Risale metinlerini akletmeye/akla kapı açmaya değil izlemeye/tabi olmaya dönük metinlere dönüştürdüler.
Reklam
Son söz, söylenmeyen ama söylenecek olan sözdür. Önemli olan alim/düşünür kimliği üzerinden günümüze akran kılarak Said Nursi ile konuşabilmek ve münazarada bulunabilmektir.
Hakikat ancak hürriyetin kanatlarında nefes alabilir yoksa yeşeremez, ölür.
Gerçekleri anlama çabamızda kullandığımız araçlar arasında öncelikle akıl, deney, sezgi/sağduyu ve otorite vardır. Bunlar arasında bir otorite aracılığıyla gerçeğin bilgisine ulaşma belki de en yaygın olanıdır. Çünkü otorite, insanları düşünme ve cehdetme yükünden kurtarır. Müntesiplerine kendi duru atmosferinde demir atılabilecek güvenilir bir liman sunar. Bazen de yerleşik çıkarların korunması ve sürdürülebilmesi ancak mevcut otorite/lere/ye sığınmakla mümkün olur. Mekkeli müşriklerin, İslam Peygamberi'nin (asm) tebliğine ilk itirazları bunun atalarından gördüklerine aykırı olduğuydu. Atadan/dededen gördükleri zamanın onayından geçmiş hikmeti temsil ediyordu. Onlar için otorite “ataları”ydı. Benzer şekilde günümüz siyasi söyleminde meşruiyet zeminini Mustafa Kemal Atatürk ve Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri oluşturuyor. Türkiye siyasetini oluşturan ideolojik yelpazenin tüm kanatlarında siyasi partiler için Kemalizm bir tür “baba evi” gibidir; günün birinde, dara düştüklerinde, başları sıkıştığında dönebilecekleri bir “yuva”dır. 2020'nin 19 Mayıs'ında Ahmet Mahmut Ünlü (Cübbeli Ahmet Hoca) ile Doğu Perinçek'i “kardeşlik” çizgisinde birleştiren durum bu açıdan yeterince açıklayıcıdır.
Kişi ile gerçek arasında hep bir aracı var olagelmiştir. Modern toplumlarda bu aracı rolünü bilim adamlarının üstlenmiş olması otorite ilişkisinin mahiyetini değiştirmemektedir. “Gerçek” yine size “söylenmektedir”. Bu gerçek modernist anlayışın tabiat bilimlerindeki “nesnel bilgisi” olduğunda “uzman” olmayan geniş kitleler söyleneni “kabul etme” makamındadır. Nesnel bilgi kendi başına bize bir şey söylemez. Bu bilgi teoriler üzerinden yorumlanarak bize aktarılır. Bilginin kurucu öznesi münhasıran nefsimiz olduğunda ise bilgi kişisel ölçekte nisbileşir ve kişiye özel hale gelerek “bilgi” olma vasfını yitirir. Oysa insan her zaman genel ve evrensel bilgiye ulaşmayı, talim-i esmanın bir uzantısı olarak "eşya” hakkındaki kesin ve evrensel bilgiyi hedefler. Verili insan enesi ile kâinat arasında bu anlamda bir uyum ilişkisinden söz edilebilir.
Reklam
Subjektif otoritelere dayalı bilgilerin objektif otoriteye dönüştürülme eğilimi (nazariyat-ı diniyyenin zaruriyat-ı diniyyeye dönüştürülmesi) İslam dünyasındaki tefekkür alanının en önemli problemlerinden birini teşkil etmiştir. Bediüzzaman bu probleme Münazarat isimli eserinde şöyle işaret eder: "Bence taklidin temelini atıp ihtilafatı çıkarmakla Mutezile, Cebriye, Mürcie, Mücessime gibi dalalet firkalarını İslamiyet'ten intac eden mesail-i diniyyedeki istibdad-ı ilmidir ve nefsü’l emirde mukayyet olan şeyde itlaktır."
Taklit ise ilmi dolayısıyla da siyasi istibdadın habercisidir.
Modern Çağ taklit değil tahkik çağıdır: "Biz ehl-i haliz, namzed-i istikbaliz.Tasvir ve tezyin-i iddia zihnimizi işba etmiyor. Bürhan isteriz."
Sadırın inkâr edilerek satira bağlılığın mutlaklaştırılması Risale-i Nur'u anlamada ve doğru yorumlama cehdinde akletmenin inkârı anlamına gelir.
79 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.