Tercihini büyük adamları hatırlatan ya da cesur şeyleri çağrıştıran isimlerden yana kullanıyordu, kendi dört çocuğunu da bu anlayışla vaftiz etmişti. Napoléon, zaferi simgeliyordu, Franklin ise özgürlüğü. Irma belki romantizme tanınmış bir ayrıcalıktı, ancak Athalie Fransız tiyatrosunun ölümsüz başyapıtına gösterdiği saygının ifadesiydi. Zira felsefi inancı sanatsal beğenilerine engel teşkil etmiyor, içindeki düşünür, bu hassas adamı bunaltmıyordu. Farklılıkların bilincine varmayı, hayal gücü ile fanatizmin ortasını bulmayı biliyordu. Mesela bu trajedideki fikirleri kınıyor ama üslubu takdir ediyordu. Savunulan görüşü lanetliyor ama detaylarını alkışlıyordu, karakterler onu çileden çıkarıyor ama diyaloglar onu heyecanlandırıyordu. Parçalar okuduğunda kendinden geçiyor ama sofuların bunlardan fayda sağladığını düşününce üzülüyordu. Duygularındaki bu karmaşa yüzünden Racine'i bizzat kendi elleriyle taçlandırmayı ve onunla şöyle on beş dakika baş başa konuşabilmeyi isterdi.
Erkek çocuk sahibi olma düşüncesi, geçmişteki tüm olanaksızlıklardan, imkânsızlıklardan alınacak bir rövanş gibiydi sanki. Bir erkek en azından özgürdür. Tutkuları da ülkeleri de aşabilir, güçlüklerin üstesinden gelir, en uzaktaki mutluluklara bile ulaşmayı bilir. Ama bir kadın sürekli olarak engellenir. Hem durağan hem güçsüzdür, kanunlar aleyhinedir ve bedeninin gevşekliği kendi kendisine engeldir. İradesi, tıpkı şapkasının tülü gibi bir iple bağlıdır, her rüzgârda çırpınır. Daima birkaç arzu onu peşi sıra sürükler, birkaç kural ise engeller.