Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Makine Sözleri ve Alıntıları

Makine sözleri ve alıntılarını, Makine kitap alıntılarını, Makine en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
“Bayram“ adlı öyküden...
Bayramın son günüydü. Mahalleden gelen gidenler de olmuştu. Bekir’le karısı kendileri için değil, ama şu çocukların kursaklarından geçmeyen eti düşünüyordu. Mahallede kesilen kurbanların kokuları dumanlarıyla ortalıkta salınırken, çocukların bakışları, yutkunmaları... Bekir’in ağrına gidiyordu. Üç gündür bayramda tek bir kişi bile bir tike olsun
“Zeroş Ahmet“ adlı öyküden...
Fabrikaya geldik. Soyunma yerine girdiğimizde bir de ne görelim! Dolapların hava deliklerine kâğıtlar sıkıştırılmış. Birçok arkadaş gibi ben de şaşırmıştım. Cebimdeki kâğıdı çıkarıp karşılaştırdım. Aynısıydı! Herkes gibi ben de, mır mır okumaya başladım. Kafam karıştı. Hele, dedim üzerimi değiştireyim. Tezgâhta okurum. Sabah saat dokuzu çeyrek
Reklam
“Toplantı“ adlı öyküden...
Ramazan’la Selami, arktan büyük potaya akan madeni, el potasına doldurarak kalıplara döküyorlardı. Bazen akan madenin cızırtılı bir sesle patlayışı irkilmelerine neden oluyordu. Sıcak sobaya dökülen su nasıl sıçrar ve patlarsa, erimiş maden de öyleydi. Dökülmeyen birkaç kalıp kalmıştı. Potayı çevirmeye yarayan demir çubuk, Ramazan’ın elinden
“Uzaklaşan Ses“ adlı öyküden...
- Aranıyorum, biliyorsun. Buna karşın kalkıp geldim. - Kalacaksın artık değil mi? diye sarılıyor yeniden. - Ah, mümkün olsa canım... Sana ta başında dedim, başvurma şu öğretmenliğe, ama anlatamadım. Ayrı yaşamak zorunda kalmazdık böylece. - Benim korkak olduğumu bilmiyor musun? Hem size hem kendime zarar verirdim. - Bak Zekiye, sen nasıl yalnızsan ben de öyleyim. Benim de farkım yok. Bunun acısını ben de senin gibi çekiyorum. Ayrıca günlük yaşamını dolduracak anlamlı hiçbir çabaya girmiyorsun. Sendikanıza bile uğramıyorsun. Yazma yeteneğin var; öykü, roman... Sonra hiç kitap okumuyorsun. - Yazıp da ne yapacağım. Benim yazacağım her şey yazılmış. Boşu boşuna tekrar etmenin ne faydası var. - Bir edebiyatçıya hiç yakışıyor mu bu söylediklerin? - Benim aklım hep sende. Hiçbir şeye yoğunlaşamıyorum.
“Anons“ adlı öyküden...
Annem hiç umulmadık bir anda, tandır ekmeğinin ve gazelin kokusunun ortalığı sardığı bir zamanda ölüverdi.
Reklam
“Anons” adlı öyküden...
Ayağa kalkarken, çevresine seslenir gibi, “Çot oldu gene, şişti ayaklarım,” derdi anam. “Aha şimdi gelir Cemal. Evde bulamazsa, bağırır, çağırır durur. Gidip mutfaktan iki lokma bir şey atıştırsa ya. Nerdee, anam bacım, nerde. Ona yemek mi yap diyen var. Koy tabağa ye. Yok, illa ben getireceğim önüne...”
“Zeroş Ahmet“ adlı öyküden...
Bizim veledi de ufaktan ufaktan alıştırıyorum. Bir iki yudum içince, “Acı baba, acı baba... yandım,” diye tepiniyor. Ben de, “Sus, eşekoğlueşşek,” diyorum. “Sütte kalsiyum varsa, bunda fazlası var lan.” Öyle güzel uyur ki sonra... Derslerden de hep çakıyor. Çaksın daşşağını yediğim. O benim bir tek oğlum. Hiç dövmem. Biraz daha büyüsün, tam benim arkadaşım olacak.
“Toplantı” adlı öyküden...
Ramazan dereceye eğildiğinde, acıyı kuyruk sokumundan bacaklarına kadar hissetti. İki elini böğrüne koydu. Düz durmaya çalıştı. Ofladı. Yüzü gerildi. Selami şakayla takıldı: - Oğlum, dökümcü demek yarım adam demektir. Bir dökümcüde bel ağrısı yoksa daha işin erbabı olmamıştır. Senin bel ağrın işten güçten değil. Yenge, iliklerini kurutmuş. Ramazan da yüzündeki acıya rağmen güldü: - Tu Allah belanı vermesin. Valla, hanımla aylardır bacı gardaş gibiyiz.
“Giderken“ adlı öyküden...
Felç olmayı bir türlü kendine yediremiyordu. Bu hastalığın çaresinin olmadığını herkes gibi o da biliyordu. Hayatı boyunca böyle bir hastalığı aklına hiç getirmemişti. Ya kalpten giderdi insan ya kanserden. “Ölmedim ya, ölmekten beter bu illet. Sağ yanım yok artık. Sol elim alışık değil ki kaşık tutmaya. Ya tuvalete nasıl otururum bir başıma. Kaldık Güleser’in eline desene. Zavallı Güleser’im. Az da çektirmedim ona. İçip içip sabahlara dek az mı başıma diktim. Uykusuz geceler, gıız çevir şu kaseti, gıız, kaldır bebeleri, dikilsinler karşıma, diye az mı cefa vermişim. Sabahları uyandığımda akşam neler yaptığımı anlatırlardı da, inanmazdım. Hatırlamazdım ki.”
Reklam
“Uzaklaşan Ses“ adlı öyküden...
Başkaları ne der bilmem. Ama ben her evin kendine has bir kokusu olduğuna inanırım. Eşyalara, duvarlara, kapılara sinen o koku. Bir aileyi diğerinden ayıran; bir evi, diğerinden ayıran o koku. Evlerin, eşyaların, içinde yaşayanların, karakterleriyle örülmüş, iç içe geçmiş, erimiş... Bu kokuya ad vermek, söz gelimi gül kokusu, limon, lavanta kokusu demek olası değil. Evler, insanlar, şarap gibi yıllandıkça...
“Tehdit“ adlı öyküden...
Anam, babam, iki kardeşim, bir de benle hanım, aynı evde kalıyorduk. Döndü, anam tarafından da akraba olduğundan öyle gelin kaynana gürültüsü olmuyordu. Döndü köy kızıydı. İşten güçten kaçmazdı. Bizim oralarda işçimen derler böylesine. Annemin ev işlerindeki yükünü de azaltmıştı.
“Bayram” adlı öyküden...
“Bugün Amanosların üzerinde sis yok,” diye düşündü. Denize çatık kaşlarıyla bakan bu dağların başında sis yoksa, hava güzel demekti. Nermin azlığını hissederek havayı içine çekti. Denizle Amanosları hep bir çatışma içinde düşünürdü. Deniz kabardıkça, Amanoslar göğsünü şişirerek iteklerdi sanki onu. Hele Yarıkkaya rüzgârı! İskenderun’u üfler gibi kayanın oluğundan kente oradan da denize savururdu kendini. Yarıkkaya rüzgârı! Rüzgârın en heybetlisi! Kırar dökerdi her şeyi. Ağaçları, direkleri, antenleri... Böyle zamanlarda Bekir rüzgârla doldururdu her yerini. Hızlı esen, ama üşütmeyen Yarıkkaya rüzgârıyla.
“Giderken” adlı öyküden...
Münevver Hanım somurtarak sandalyeye oturduğunda, “Ey Allahım, bu yarı delinin eline bıraktın beni,” diye düşündü, Muhsin Bey. “Ben ne yaptım sana? Nedir bu çektiklerim... İşler de ortada kaldı. Onca mal mülk. Yıllarca uğraş didin. Şirketteki avukatlar ellerini ovuşturuyorlardır şimdi. Hay içine edeyim servetin. Şu halime bak. Ben böyle olduktan sonra neye yarar onca mal mülk. Her şeyin başı sağlıkmış... Şu Rıza denen adama bak; şu karısı Güleser’e, kızına, oğluna, gelenlerine, gidenlerine. Daha düne kadar önümde iki büklüm eğilenler, köylü, cahil dediklerim. Bizim kapıcı Ali Efendi’den ne farkları var? Bilmiyorum nedendir, eskisi gibi önyargılı değilim sanki... Bu bunak Münevver’in de dırdırı çekilmez. Otuz yıldır başımın etini yedi. Hâlâ aynı. Manyak karı! Bir-iki kaçamak yaptım, doğru. Otuz yıldır başa kakılmaz ki... Sevgililerim niye gelmiyormuş! Ah Leyla, ah, nerdesin! Stajyer Sevim’in de bal dudakları... Tüh Allah kahretsin seni Muhsin. Eskide kaldı o günler oğlum. Haline bakmıyorsun da, düşündüğün şeylere bak... Oğlumun soğukluğu yeni değil ki, eskiden beri öyle. Evlenince daha bir uzaklaştı. Bir dediğini iki etmedik ya. Demek eksik olan bir şey var bende. Deli Münevver, annelik mi yaptı sanki. Yıllarca o hastane, bu hastane...”
“Koşul“ adlı öyküden...
Genel müdür, yüzde elli zammı kabul ettiğini Kerim Bey’e bildirdi. Fakat bir koşulu vardı. Beş kişinin iş akitlerinin feshi! Personel müdürü: - Ama efendim... dedi. - Aması maması yok! Eğer onlar çalışırsa, işçilerin yarısını bir iki ayda atamayız. Ayrıca bunu bir kazanım olarak görecekler, yarın da sendika diyecekler... - Ya kabul
43 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.