Kendini beğenmiş bir tartışmacının belirttiği gibi, tek bir 'bellek yüzyılı” kesinlikle yeterliydi. Daha önceki metal artığı yığınları örneğini izleyerek, sadece tek bir örneği koruyun ve gerisini dümdüz edin. Daha fazlasına kimin ihtiyacı vardı?
İlk başta çok hoşuma gitmeyen, hatta, iki defa yarım bıraktığım bu kitabı, ilk çeyreğinden sonra dikkatle okumaya başladım.
Kitap 10 öyküden oluşuyor ve Fransa (Fransızlar) ve İngiltere (İngilizler) üzerine bilgiler, farklar sunuyor.
Yazar, İngilizlerin doğrudan ama etkili düşünme tarzı olduğunu, Fransızların dolaylı ama daha yobaz bakış açılarına sahip olduklarını birçok yerde farklı cümleler ile bahsediyor.
Aslında kitapta benim en çok hoşuma giden taraf, günümüz dünyasının her şeyi sembolize etme çabasını, tarihte yaşanan bir çok olayın günümüz insanınca saygı görmediğini çok güzel anlatması oldu.
“Kendini beğenmiş bir tartışmacının belirttiği gibi, tek bir 'bellek yüzyılı' kesinlikle yeterliydi. Daha önceki metal artığı yığınları örneğini izleyerek, sadece tek bir örneği koruyun ve gerisini dümdüz edin. Daha fazlasına kimin ihtiyacı vardı?”
Kitabı okumayı düşünenlere tek bir tavsiyem var, ilk sayfalarda sıkılıp bırakmayın sonuna kadar okuyun.
Tanrı biliyor ya Papacı değildi, ama devrimci ordunun topçularıyla tüfek taşıyan askerleri de Protestan beyefendiler değillerdi. Tarlalardaki haçları söküp onlara bir auto-da-fe (ateşte yakma cezası) uygulamışlardı. Piskopos elbiseleri giydirerek eşeklere ve katırlara gösteri yürüyüşü yaptırmışlardı. Dua kitaplarını ve din eğitimi elkitaplarım yakmışlardı. Papazları evlenmeye zorlamışlar ve Fransız erkekleriyle kadınlarına İsa'nın tasviri üzerine tükürmeyi emretmişlerdi. Bıçaklarıyla mihrap süslemelerine, çekiçleriyle aziz başlarına hasar vermişlerdi. Çanları sökmüşler, dökümhanelere götürüp orada yeni kiliseleri topa tutacak silahlara dönüştürmüşlerdi. Hıristiyanlığı ülkeden kazıyıp atmışlardı ve ödülleri ne olmuştu? Buonaparte...
Fransızlar Tanrı'nın yarattığı şeylerin yanlış parçasını yanlış günde mideye indirmektense iğrenç bir cinayet işlemeyi yeğlerler. Bütün bunlar çok can sıkıcı, akıl ülkesi olduğu için Tanrı İngiltere’yi kutsasın.
Kadın ünlü bir şarap üstadıydı ve bize ilginç bir gerçekten söz etti. Görünüşe bakılırsa, büyük bir şişe alır da içindeki şarabı iki aynı şişeye paylaştırıp gözleri bağlayarak bir test yapacak olursanız, en kurt içkicilerin bile şu iki ayrı şişedeki şarabın gerçekte aynı olduğunu tahmin etmeleri son derece ender oluyormuş. İnsanlar bütün şarapların farklı olmalarını bekliyormuş ve damakları da bu yüzden farklılıkta israr ediyormuş. Kadın üstat, bunun son derece aydınlatıcı bir deney olduğunu ve hemen her zaman da sonuç verdiğini belirtti.
Deneyimlerime göre, insanın kendini belli ölçüde içki içme aşırılığına kaptırması için çeşitli ve pek de önemli olmayan gerekçeler -suç, korku, perişanlık, mutluluk- varken büyük bir aşırılığa kaptırması için daha büyük bir gerekçe var: Sıkıntı.