Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Marksizm ve Diğer Batı Düşünceleri

Ali Şeriati

Marksizm ve Diğer Batı Düşünceleri Gönderileri

Marksizm ve Diğer Batı Düşünceleri kitaplarını, Marksizm ve Diğer Batı Düşünceleri sözleri ve alıntılarını, Marksizm ve Diğer Batı Düşünceleri yazarlarını, Marksizm ve Diğer Batı Düşünceleri yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Anlaşılıyor mu acaba ?
“Temel düşüncesi, tarihte kişiselliğin reddedilmesi olan (kişilerin tarihte hiç rolü yoktur) bir hareketin, kişiselliğin başlıca beslenme yeri olarak ortaya çıkması ne kadar tuhaf! Hem de, çeşitli kolları adlarını kişilerden alıyor: Marksizm, Leninizm, Titoizm, Kastro izm, Troçkizm, Maoizm ve kaybolmuş olan daha pek çokları. Fakat, bir dinin müntesipleri olarak, birine Muhammedizm veya bir Muhammedist, diye sözedebilir miyiz? Böyle dediğimizde, kimse neden bahsetmekte olduğumuzu anlamıyacaktır, çünkü biz dindarların, (insanların en iyisi olarak inandığımız Peygamber’e tapmakla suçlansak da) bu kişisellik kompleksiyle başı hiç derde girmedi. Bu insanlar, kişiselliği inkâr ederek, ferdin, kahrammın insan hayat ve tarihinde en küçük biryeri olmadığını ileri sürerler de, ekolleri, gel gör ki, lidere tapınma şeklini alır. Faşizm’in bir diğer şeklidir bu.”
“Proudhon, Marx’a yazdığı mektuplarda diyordu ki: “Eğer bir şey yapmak istersek, mütevazi bir şey olmalı; bunu, yalnızca insanların uyanması uğruna yapmalıyız. Yeniden peygamberlik oynayıp, insanlar üzerinde bir takım emir ve yasaklar koyarak, onların üzerine binmemeliyiz. Dünyada yeni bir din, yeni bir mezhep kurmamalıyız.., Korkarım ki, bu sizin ekolünüz, yarın bir devlet dini şekline bürünecek ve devlete bu şekilde tapınma, Tanrı’ya tapınmanın yerini alacak.” Her şey, nasıl da önceden tahmin ettiği gibi çıktı Proudhon’un. İşlerin böyle bir yola girmesiyle hayâl kırıklığına uğrayan hür ruhlar, kendi deyimleriyle, insanı bir veya birden çok tanrının hizmetine koşan dini de, devletin kölesi yapan Marksizm’i de inkâr ederek yeni bir ekol kurdular. “Bütün servet devletin elinde toplandığı ve devlet bir hiyerarşi şeklinde kurulup, bir bürokrasiye dönüştüğünde, kendi sürekliliğini sağlayan egemen bir sınıf biçimine bürünür. Böyle bir sistemde, kimse bir şey yapamayacaktır; yeterli servet ve mali imkân olmadığından kimse kendini kurtaramıyacaktır. Herkes, başında lideriyle bu korkunç örgüte bağlı işçiler hâline gelecektir.”
Reklam
“Dinler, ilk ortaya çıktıkları sıralarda hiç bir yönetici sınıf unsurları taşımıyordu. Özellikle İslâm böyleydi. Ve, daha bugün, aynı konu üzerinde Lâtin Amerikalı devrimcilerden bir grubun yazdığı yazılardan birini okuyordum. Övüne övüne şöyle diyorlar: “Bizim üreticilerimiz ve aydınlarımız yok; eylem yapan devrimciler ve düşünüp, bir ideoloji meydana getiren aydınlar diye bölünmedik, dolayısıyle hepimiz biriz. İdeoliyi yayan aynı kişi eylemi yapar, ve eylemi yapan aynı kişi de düşünür. Biz hepimiz biriz.” Bu sorunun İslâm’da da çözüldüğü ortadadır. Peygamberin sahâbeleri ve İslâm’ın ilk günlerinin mücahidleri arasında kim aydın, kim eylemci ve kim din adamıydı? Böyle bir sınıflama kesinlikle yoktu. Herkes İslâm’ı yayıyor, savaşıyor ve aynı zamanda çift sürüyor, hurma yetiştiriyor veya deve otlatıyordu. Yani, herkes, hem işçi, hem savaşçı, hem de aydındı. Daha sonraları ancak, sınıfların ortaya çıktığını ve bunlardan birini de din adamlarının oluşturduğunu görüyoruz. Bu resmî smıf, genellikle kendi sınıf çıkarlarına hizmet edip, üyelerine yardım edeceği için, bazı konuları resmî dine ekleyiverir. Halkı yavaş yavaş uyuşturur. Böylece, resmî din, kendiliğinden, tartışmasını yaptığımız harekete karşı çıkar.”
“İnsanları korkunç biçimde sömüren, işçinin, kırılıp dökülerek bir tarafa atılıncaya kadar çalışmak zorunda olan bir makinaya, yine makina tarafından dönüştürüldüğü, insan ruhunun gelişmesine hiç bir fırsat vermeyen, kapitalistin ise, servet yığma arzusundan başka hiç bir şey duymayan bir altına tapınıcı hâline geldiği kapitalist sisteme karşı koymak amacıyla çeşitli ekoller doğdu. Bu kavga, dünyanın her yanında çeşitli isimler altında başladı, ama ne yazık ki, sınıf adaleti ve dünyada eşit sosyal ilişkiler amacı taşıyan bu eğilim ve hareket dine karşı çıkarak gelişti. Bunun nedeni ise, dinin, yönetici sınıfın ve yönetim düzeni içinde doğup gelişen din adamları sınıfının kontrolünde olması idi.”
“Sonra ondokuzuncu yüzyılda makinenin gelişi, sınıf çatışmalarını, zulmü ve zenginlerle fakirler arasındaki uçurumu kuvvetlendirdi. Yeni durum, başlardakinden çok farklıydı; ilk sıralar bir arazi sahibi yirmi veya otuz köylüyü kullanabiliyordu. Tek bir köylü bir yılda ne kadar üretebilirdi? Diyelim ki, beş ‘harvar’ (buğday.) Bir harvarı tohuma ve
“Şurası çok ilginçtir: Sartre, artık, (bir ondokuzuncu yüzyıl düşünürünün söyleyebileceği gibi) Allah yoktur ve din insanlara belâ olan bir hurâfedir demiyor. Bunun yerine, (Allah’ın yokluğu bütün varlığı anlamsız ve amaçsız yapmıştır, fakat ne yapalım ki, durum böyle; elden ne gelir?) diyor. Allah’ı olmayan bir tabiat, Sarte için sıkıcı, aptalca, duygusuz ve insan ihtiyaçları için yetersizdir. İnsanın tabiatta bir sürgün hayatı yaşadığını ve kendine yabancılaştığını kabûl ediyor o, ama Allah’a da inanmıyor. Sonra diyor ki, “Allah olmayınca her şey serbesttir, çünkü, iyi ve kötüyü inandırıcı yapan yalnızca Allah’ın varlığı dır. Allahsız olmakla, hiç bir kimsenin, gören hiç bir gözün bulunmadığı bir evde olmak arasında fark yoktur. İnsan, böyle bir evde; “Nasıl oturayım?”, «Nasıl giyineyim?”, “Nasıl hareket edeyim?” diye sormaz; bu tür sorular anlamsızdır. Sizi gözetleyen hiç bir gözün olmadığı bir evde terbiyeli veya, terbiyesizce oturmak gerçekten hiç bir şeyi değiştirmez. Doğru oturuşu yanlış oturuştan ayırmak, güzeli çirkinden, iyi davranışı kötü davranıştan, haklı sözü haksızından ayırdetmek bir gözetleyicinin varlığını gerektirir. Tabiatta gözetlemek için gören hiç bir göz bulunmazsa, haine sadık, kendini inanç ve değerler uğrunda feda edenle, başkalarını kendi yükselişi uğruna feda eden arasında hiç bir fark olmaz.”
Reklam
“İnsanlık, liberalizme vararak, kurtuluşunun anahtarı diye, teokrasi yerine demokrasiyi kabül etti. Bu kez, demokrasinin teokrasi kadar aldatıcı olduğu, zâlim bir kapitalizmin tuzağına düştü. Liberalizm, yalnızca, saldırı ve yağmalamada birbirleriyle yarışan atlılılara hürriyetin tanındığı bir arena olarak kendini gösterdi. İnsanlık yine, bilim, teknik ve günlük hayatı, çevresini çılgın ve sürekli artan kâr hırsı ve arayışlarının sardığı bir alana döken kontrol edilemez güçlerin talihsiz kurbanı oldu.”
“İslâm’ın çağdaş büyük öğrencisi İkbal, bu noktada son sözü söylemiştir; “İslâm ve Komünizm ikisi de, insandan sözeder ve onu kendilerine çağırır; fakat komünizm, insanı Allah’tan toprağa çekmek için sancılanırken, İslâm, tersine topraktan Allah’a yükseltmeğe çabalar.”
“İslâm insana Allah’ın tabiattaki halifesi gözüyle bakar ve onu, bir tür tabiat hâkimiymiş gibi, dünyayı emrine alıp, zorluklar ve işkenceler ortasında ben bilinciyle kendi kaderini çizmesi için bu dünyaya gönderir. Böylece o, ben bilinci içinde geri Allah’a dönebilir.”
“Marksizm, dini inkâr etmek istediği zaman, insanı evrende Tann’nın yerine koyup, Tanrı’yı da İnsanî özün bir dış yansıması olarak tarif eder. Fakat, tarihî materyalizmi açıklamak istediğinde, bu aynı Tanrı’nın yaratıcısı olan insanı üretim araçlarının bir ürünü yapıverir! “İslâm insanlığı, Allah, insan ve tabiatın anlamlı ve amaçlı bir âhenk gösterisi sunduğu bir ‘tevhid’ dünyasına yerleştirir. Âdem’i, insan türünün ilk ve ana özü olarak, ruhla madde arasında, Allah'ın kendi ruhundan üflediği toprak olarak takdim eder. Daha da ileri giderek, İlâhi emaneti bütünüyle ellerine teslim eder; böylece, insan sorumluluğu ilkesi için maddî temellerin ötesinde bir temel ortaya kor.”
131 öğeden 81 ile 90 arasındakiler gösteriliyor.