...
Dediler ki: «Nereden geliyorsun, ne kocakarısın sen?"
Herhalde bir ilimde mahirsin sen.»
Dedi ki: «Gerçi görünüşte hekimim ben.
Daha çok iki hastalığı iyi bilirim ben
İki hastalığı ben iyi gideririm;
Bedenlerin ve ruhların derdini.
Dediler ki: «Anlat bizlere,
Ruhlardaki dert hangi derttir?»
Dedi ki: «İnşallah görmeyesiniz onu siz,
O derdin alâmetleri gizlidir.
O çok mecalsiz bir derttir,
O dertten sağlığa kavuşmak imkânsızdır.
Uzak olsun o sizlerden, delikanlılar!
Güzellerin yüzündeki o yıldırım ,
Parladığı zaman şimşek gibidir,
Alevsiz, ışıksız ve kıvılcımsızdır.
Yarasız, çıbansız ve yanıksızdır o,
O derdin adı yalnızca sevgidir.
Ama öylesine yakar ki adamın içini,
İki gözden akar yüreğin kanı.
...
Tacdin parmağından yüzüğü çıkardı.
Zamanın kocakarısının eline verdi.
Memo baktı ki yüzük olmaksızın,
Nasıl idare edebilir, yaşayabilir?
Dedi ki: «Dadı! sen beni mazur gör.
Kim canını elinden izinli bırakır?
Bu yüzük ister isim olsun, ister tılsım.
Odur benim canım, -vücudum sadece cisim.
Dadı! Sen yarin elçisisin
Şüphesiz derdimin de hekimisin.
Güzel Zin'in başının sadakası olarak,
Alma elimden bu yüzüğü benim.
Geri döndüğün zaman, ey vefalı
Benden yare şöyle de:
O şahtır gerçi, ben de dilenci,
Şahların iyilikleri umumîdir.
Ben köle, kavuşmaya layık değilim,
Şeklinin hayalinden gıda alıyorum.
O kadar güzellikten razıyım ben,
Beni hayalinin halvetine getirmesine.
Her an dadından umut bekleyerek.
Halimi sorsun bazı bazı.