Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Müslüman Kültürü

Wilhelm Barthold

Müslüman Kültürü Gönderileri

Müslüman Kültürü kitaplarını, Müslüman Kültürü sözleri ve alıntılarını, Müslüman Kültürü yazarlarını, Müslüman Kültürü yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
96 syf.
10/10 puan verdi
·
32 saatte okudu
Bu 93 sayfalık kısa eserde ünlü tarihçi Barthold, İslamiyet'in doğuşundan 19. yüzyıla kadar Müslüman kültürün nasıl oluştuğunu, nelerden etkilendiğini, bu kültürün ortaya çıkmasında ve şekillenmesinde yardımcı olan amilleri çok iyi bir şekilde anlatmış. Merak eden herkesin okumasını tavsiye ederim.
Müslüman Kültürü
Müslüman KültürüWilhelm Barthold · Ayrıntı Yayınları · 201315 okunma
Müslümanlar ateşli silahları Avrupalılardan hiç tereddütsüz ödünç aldılar ama sıra matbaa gibi diğer icatlara gelince, teoloji otoritelerinden özel bir fetva almak gerekiyordu, zira basılı kitap, dinle yakından ilintili olan okul yaşamında bütünsel bir devrimi beraberinde getirmekteydi.
Reklam
Türkçe-
Timur ve torunlarının ana dilleri Türkçedir. Mir Ali Şah’ın şanı öncüllerininkilerden yücedir ve her ne kadar Farsça Beyitler yazsa da eserleri de İstanbul’dan Tobol’a dek tüm Türkçe konuşan insanlar arasında klasik addedilen bir Türk şair olarak daha fazla üne sahiptir. O, aynı zamanda bir Türk vatanseveriydi ve dilinin Farsça‘dan aşağı
Timur’un torunu Uluğbey’in hükümran olduğu 40 yıl (1409-1449) bize sayısız abideler vermişti ki bunlardan başlıcaları, üzerindeki kitabede “hikmeti aramak erkek ve kadın her Müslümanın görevidir” yazan Buhara Medresesi ve alim Kadızade Rumi’nin teolojik konulardaki derslerinden başka astronomi eğitimi de verilen Semerkant Medresesiydi. Daha
Osmanlıca
Aynı asırda Türkçe, Küçük Asya’da resmi lisan haline gelmişti.. Zamanla edebiyatta olduğu gibi hükümet işlerinde de kullanılan, konuşulan dilden hayli farklı ve basit halk için tamamen anlaşılmaz, sayısız Arapça ve Farsça kelimeden oluşan fakat tür Türkçe gramer biçiminde, oldukça yapay bir dil meydana geldi.
Granada‘nın düşüşü çağdaşlarına, tüm Müslüman alemine vurulmuş bir darbe olarak görünmüştü. Kimse de bu felaketi Arap yurtseverliğinin bakış açısından değerlendirmemişti. Dini çıkarların Arapların ulusal mücadeleleri ile özdeşleştiği Müslüman ortaçağ tarihinin son olayı, bildiğimiz kadarıyla, 12. yüzyılda Bağdat’taki Halifelerin dünyevi iktidarlarının yeniden tesis edilmesiydi. Bu kentin insanları, bunda yalnızca İslam’ın önderinin iktidara geri dönüşünü değil ayrıca Arapların yabancıların idaresinden kurtuluşunu da görmekteydiler. Buna karşın Halifeler, milliyetçilik sancağını açma ve Arap dilinin hakim olduğu tüm o yerleri bir çatı altında toplama çabasında olmamışlardı. Onlar, Sultanlardan Arap milliyetçiliği adına değil İslam adına haklarını tanımalarını talep etmekteydiler. Bir Arap dünyası monarşisi fikri hilafet merkezinin 1258’de Moğollar’ca yıkımından çok daha önce zemin kaybetmişti bile. Dolayısıyla Bağdat’ın düşüşü, dünyanın hiçbir yerinde bir zamanlar Ninova‘nın, Babil’in veya Roma’nın yıkılışının uyandırdığı hissi uyandırmadı..
Reklam
Bilimsel başarılar, toplumun kültürel seviyesi üzerinde etkisiz kalmadı. Araplar bir bilimde uzmanlaşmış bilginler (âlim) ile bütün bilimlerdeki son gelişmelerden haberdar eğitimli adamları (edip) ayırt etmeyi başarmışlardı.... Müslümanların kültürel üstünlükleri, ister savaşta olsun ister barışta, idari örgütlenmede görülmekteydi. 9. yüzyıl gibi erken bir zamanda Bizans da kendisine vaat edilen ödülü alamayan ve o zamanlar pagan olan Bulgarlara giden bir Arap askeri eğitimcisinden bahsedilmektedir, onun sayesinde Bulgarlar Bizans karşısında ilk zaferlerini kazandılar. Aynı yüzyılda batı Avrupa hacıları canlarının ve mallarının Müslüman ülkelerde kendilerininkinden daha emniyetli olduğunu söylemektedirler. Bununla birlikte kültürel seviyedeki artış, adetlerin yumuşamasına yahut toplumsal veya idari yönetim şartlarındaki değişime nispeten az katkıda bulunmuştu. Gerçekten de filozoflar, Platon ve Aristoteles’in kuramlarını bilmekte ve Farabi gibi bazıları siyasi risaleler kaleme almakta ancak yine de güncel yaşamın gerçekliğinden uzak, soyut bir ideal şehir fikri ile ilgilenmekteydiler. İdari örgütlenme söz konusu olduğunda Farabi’nin nazariyesini örnek olarak alabiliriz. Ona göre bir hükümdar için gerekli tüm nitelikler, şayet tek bir kişi de buluşursa, iktidarın o kişiye emanet edilmesi fakat şayet böyle bir kişi olmazsa bu nitelikleri hep beraber sahip olabilecek birkaç kişiden oluşan bir komisyonun kurulması şarttır..
Araplar, İran ve Türkistan’ da kent tarzının dönüşümüne olduğu kadar kent yaşamının gelişimine de oldukça büyük katkı sağlamışlardı. Bu ülkelerdeki İslam öncesi kentler, kelime anlamı iktidarın yerleştiği yer olan “şehristan”adı verilen ve bir hisar ve kendi halinde bir kentten oluşmaktaydı. Neredeyse aynı önem, Arapların Süryanilerden aldığı