Kanadalı yazar Alice Munro’ nun okuduğum ilk kitabı, kendisiyle bu kadar geç tanıştığıma üzülmeme sebep oldu. Yazarın çok sade ama sürükleyici dili, sıradan günlük olayları, yaşayan insanların tüm duygusal gelgitlerini en ince ayrıntılarıyla irdelemesiyle zenginlik kazanmış.
Kitap 9 öyküden oluşuyor. Her yaştan kadın öyküleri anlatmış ve her kadının bu öykülerden mutlaka birine duygudaşlık oluşturacağını düşünüyorum. Öykülerin bir kısmı yazarın kendi hayatından da esintiler içeriyor.
Kitapta dikkatimi çeken bir konu da 1950’lerin Kanada’sında bile kadın hakları ve kadın özgürlüğü konusunda bizim şu andaki halimizden daha ileri olduklarını görmek oldu.
Çeviri Roza Hakmen, her kitapta olduğu gibi kitabın edebi yönünü zenginleştirmiş. Roza Hakmen çevirisiyle okumak ayrıca bir keyifti.
Bir alıntıyla bitirmek istiyorum, kendimi en yakın hissettiğim öykü karakteri Nina’dan bir alıntı;
“Nina kutuyu açıp elini soğumakta olan küllere daldırdı, yol kenarındaki bitkilerin arasına külleri -ve diğer inatçı beden parçalarını- serpti, döktü. Bu hareket, haziran ayında ilk kez göle girerken buz gibi suya önce ayaklarını sokup sonra bütün bedenini bırakmak gibiydi. Başlangıçta feci bir şok, sonra çelik gibi bir sadakatin akışıyla yükselerek hala hareket ediyor olmaktan ötürü duyulan şaşkınlık, soğuğun acısı bedene saplanmaya devam ettiği halde hayatın yüzeyinde sakin, batmadan varlığını sürdürmek.”