Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Öncelikler Fıkhı

Yusuf el-Karadavi

Öncelikler Fıkhı Sözleri ve Alıntıları

Öncelikler Fıkhı sözleri ve alıntılarını, Öncelikler Fıkhı kitap alıntılarını, Öncelikler Fıkhı en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
amelin faziletinin şartlara göre değişmesi
Merhum Hasan el-Benna'nın fetvası da bu fıkhın ışığında verilmişti. Teravih namazında ihtilaf edenler ona şöyle bir so­ru sormuşlardı: Teravih namazı, Mekke ve Medine'de ve di­ğer yerlerde kılındığı gibi ve dört mezhebin meşhur görüşüne göre yirmi rekat mı kılınmalı yoksa bazı selefçilik davetçi­lerinin ısrar ettiği gibi sekiz rekat mı olmalı? Hasan el-Ben­na'ya bu soruyu soran bölge halkı bu meseleden dolayı bir­birleriyle kavga ediyorlardı. Bu meseleye el-Benna'nın verdiği cevap şu oldu: "Teravih namazı sünnet, Müslümanların birliği ise farzdır, biz nasıl olur da sünnetten dolayı farzı zayi ederiz? Şayet bu Müslü­manlar birbirlerine saldırmadan ve ihtilafa düşmeden söz ko­nusu namazı evlerinde kılmış olsalardı daha hayırlı ve daha doğru olurdu."
kitabın derdini özetleyebilecek bir örnek
Gazali şunları söylemektedir: " Aldananlar arasında farzları ihmal edip fazilet ve nafile kabilinden olan amellerle meşgul olanlar da vardır. çoğu kere bunlar fezail kabilinden olan ameller konusunda o ka­dar derine dalarlar ki, haddi aşar ve israf yoluna saparlar. Mesela abdest konusunda vesveseye mağlup olan birisi bir anda çokça abdest alır, aşırılığa düşer, şeriatın suyun temiz olduğu yolundaki fetvasına rıza göstermez, suyun pis oldu­ğu yolundaki uzak ihtimalleri yakın ihtimaller olarak değer­lendirir. Ancak iş dönüp dolaşıp helal yeme meselesine ge­lince çok yakın ihtimalleri uzak ihtimaller olarak hesap eder! Çoğu kere de sırf haram yer. Şayet buradaki ihtiyat tersine çevrilerek suya gösterilen hassasiyet yiyeceğe göste­rilseydi bu, sahabe yaşantısına daha çok benzemiş olurdu. Nitekim Hz. Ömer, pis olma ihtimali bulunmakla birlikte, Hıristiyana ait bir testiden abdest almıştır. Halbuki aynı Ömer, harama düşme endişesiyle nice helal kazanç yolları­nı terk etmekteydi."
Reklam
Dengeler ya da öncelikler fıkhına dahil olan konulardan biri de, önceki alimlerin: Şükürle birlikte olan zenginlik mi, sabırla beraber olan fakirlik mi ya da şükreden zengin mi, sabreden fakir mi daha faziletlidir ve mükafatı daha çoktur? sorusuna verdikleri cevaptır. Bu soruya farklı cevaplar verilmiştir. Bazı alimler birinci durumu bazıları ise ikinciyi tercih etmişlerdir. Dinin temel metinleri (nass) üzerinde düşünüp aralarında karşılaştırma yaptıktan sonra benim tercih ettiğim sonuç şu­ dur: Şükürle birlikte zengin ya da şükreden zengin olmak sabreden fakir olmaktan daha iyi ve daha üstündür. Şükret­mek zannedildiği kadar da kolay bir şey değildir. Nitekim ayette şöyle buyurulmuştur: "Kullarını içerisinde şükredenler ne kadar da azdır."
Az da olsa haramlardan kaçınmak nafileleri arttırmaktan daha hayırlıdır. Çünkü haramlardan kaçınmak farz, nafileleri arttırmak ise nafiledir.
Sayfa 278Kitabı okudu
"Kim Allah'tan başkası üzerine yemin ederse şirk koşmuştur" (Tirmizi)
Sayfa 198
Hatırladığıma göre biz Usulüddin Fakültesi'nde iken Adu­duddin el-İci'nin el-Mevkıf adlı eserinden ve Seyyid Şerif Cürcani'nin bu esere yazdığı şerhten bazı paragraflar -bölümler değil- okuyorduk. Biz onu anlamada ve hazmetmede, hocalarımız ise açıklamada, çetrefilli yerlerini çözmede ve manası ka­palı olan hususları vuzuha kavuşturmada çok zorlanıyorlardı. Şayet biz bu vakti ve çabayı çağdaş felsefeleri tetkik edip onlara ilmi ve objektif cevaplar vermede, İslam'ın temel kay­naklarını ve büyük imamların onlara getirdiği açıklamaları tetkikte veya İslam'daki yenilik mezheplerinin asıl kavramla­rını ve düşüncelerini ortaya çıkarmakta harcasaydık bu bize büyük bir hayır ve bol fayda getirirdi.
Reklam
Geçen yaz (1993), Mısır'da haber ve sohbetlerin konu sadece satılığa çıkarılan futbolculardı kulüpler arasında kâr pazarlıklarında fiyatlar yükselerek milyarları bulmuştu. Keşke onlar sporun tüm dallarına önem verselerdi. Özellikle günlük hayatlarınnda toplumun yararına olan şeylerle uğraşıp onları önemseyebilseydiler. Onlar sadece futbol,karşılaşma ve yarış sporlarını önemsiyorlar. Toplumun yıldızları ve toplumun en parlak isimleri ne alimler ne de edip ve şairlerdir; ne düşünce adamları ne de davetçilerdif. Tersine kendilerine 'sanatçı' denilen kişiler, sporcular ve benzerleridir. Gazete, dergi, televizyon ve radyolar, ne kadar boş ve anlamsız da olsa söz konusu kesimlerin haberleri, kahramanlıkları, maceraları, eylemlerinden ve yaşantılarından başka bir şeyden bahsetmiyor. Onların dışında kalanlar kalan yayın organları ise gölgenin gölgesi bile değildir. Hatta bunlar susma ve unutkanlık vadisinde yerlerini almışlardır. Bir sanatçının ölümüyle yer yerinden oynar, gazeteler onun haberleriyle dolup taşar. Bir alim, hoca, şair veya büyük bir zat öldüğünde ise nerdeyse hiç kimsenin haberi olmaz.
Kur'an'ın az önem verdiği hususa biz de az önem verir o konuda aşırıya kaçmayız. Mesela, Hz. Peygamber'in "İsra ve miracı" meselesine dair Kur'an'da tek bir ayet vardır. Elbette bu mesele, önem bakımından tam bir sureyi oluşturan savaş­lar gibi değildir. Peygamber'in doğumu meselesine Kur'an hiç
Birkaç sene önce hac mevsimi öncesinde dostumuz Müslüman yazar Fehmi Huveydî haftalık yazısının salı günü yayımlanan bölümünde Müslümanlara açık ve net olarak şunları söylüyordu: “Bosna'nın kurtarılması, hac farizasından önce gelir." Makaleyi okuyan birçok okur, bu sözün şer’î ve fıkhi açıdan doğru olup olmadığını bana sordu. O zaman onlara aynen şunu söyledim: Makale sahibinin söylediğinin fıkıh açısından doğru ve muteber bir yanı vardır. Zira şer’î olarak şu belirlenmiş ve kabul edilmiştir: Hemen yapılması gereken farzların geciktirilebilecek olanlardan önce yapılması gerekir. Hac farizası geciktirilebilir. Hatta ümmetin bazı âlimlerine göre geciktirilebilir bir farzdır. Fakat Bosna'nın açlık, sefalet, soğuk, hastalık, yok olmak ve katliamlardan kurtarılması hemen yapılması gereken acil bir farzdır; gecikmeyi kabul etmez. Bu o vakitteki bir farzdır. Bugün, tüm İslam ümmetine yardım, cihad ve destek bir farzdır.
Şüphesiz İlim, amellerin tercihe şayan olanını olmayanından, üstün olanını olmayanından, sahihini fâsitinden, makbul olanını olmayanından, sünnet olanını bidat olanından ayıran ve din (şeriat) nazarında her amelin kıymetini ve pahasını biçen şeydir.
Reklam
Ameli tercih konusunda dikkat edilecek hususlardan biri de, amelin başka bir amelden daha faydalı olmasıdır. Allah katında bir amelin fazileti ve mükafaatı başkalarına olan faydası miktarıncadır. Bu sebeple cihat cinsi ameller, hac cinsinden olan amellerden daha faziletlidir. Zira haccın faydası haccı yapana ait iken, cihadın faydası ümmete aittir. Konuyla ilgili bir ayet şöyledir: "[Bir tek] hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram'ı onarıp gözetmeyi, Allah'a ve ahiret gününe inanıp Allah yolunda elinden gelen her türlü çabayı gösteren biri(nin üstlendiği görevler)le bir mi tutuyorsunuz? Bu (görevler) Allah katında hiç de denk değildir. Ve Allah (bile bile) zulmeden topluluğa asla hidayet vermez. (Ama) inanan, zulüm ve kötülük diyarını terk eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla her türlü çabayı gösteren kimseler (e gelince,) Allah katında en yüksek onur payesi onlarındır; ve onlardır, (sonunda) kazanacak olan!" Buna göre, Allah yolunda cihat, Allah katında, kendini ibadete adamaktan çok daha faziletli ve sevap bakımından daha büyüktür.
Bazı iyi niyetli Müslümanların, camilerle dolu bir yerde cami yapmak için sadaka verdiklerini gördüm. Bu da milyonlarca, milyarlarca para demektir. Kendilerinden, islam davetinin yaygınlaşması, küfür ve dinsizliğe karşı konulması, dinin yaşanması ve şeriatın ikamesi için islami çalışmaların desteklenmesi veya bunlara benzer çalışmalarda bulunup maddi kaynağı bulunmayan projeler için sadaka olarak verdikleri paranın yarısını, yarısının yarısını veya bir kısmını istediğimizde ne yazık ki dinleyen bir kulak, bir hüsn-ü kabul veya olumlu bir davranış göremeyiz. Zira bunlar, kişilerden oluşmuş bir yapıya değil, taşlardan oluşmuş bir yapıya inanmış kişilerdir.
Cafer b. Muhammed şöyle demiştir: Bir adamın Kasım b. Muhammed'e şarkının (ğına) haram olup olmadığını sorduğunu duydum. Kasım bu soru üzerine sustu. Adam soruyu üç defa tekrar edince dedi ki: Şüphesiz haram, Kur'an'da haram kılınandır! Peki şarkı Allah'a göre hak olan bir konuda mı yoksa batıl olan bir konuda mı, bunlardan hangisi hususundaki şarkı? Adam: Batıl hususunda deyince Kasım şöyle dedi: O zaman sen kendi fetvanı kendin ver.
Maslahatlar Arasındaki Denge
-Kesin olan maslahat, zan veyı vehim ifade eden maslahattan önce gelir. -Büyük maslahat küçük olana tercih edilir. - Cemaat maslahatı birey maslahatından önce gelir. - Çoğunluğun maslahatı, azınlığın maslahatına takdim edilir. -Daimi olan maslahat geçici veya sınırlı olan maslahattan önce gelir. -Temel ve öz ile ilgili maslahatlar, tali ve şeklî maslahatlara takdim edilir. -İlerideki güçlü maslahat, anlık zayıf maslahata takdim edilir. Hudeybiye Antlaşmasında Peygambeı’in (sas.), uzun vadeli, esaslı ve köklü maslahatları, bazı insanların sıkı sıkıya sarıldığı şekli maslahatlara tercih ettiğini görüyoruz. Kabul ettiği kimi şartlar, ilk bakışta sanki Müslüman cemaate zarar veriyor veya aşağılanmasını rıza göster mahiyette idi. Mesela antlaşma metninden besmele siliniyor, yerine “Allah’ım, senin adınla” konuluyor ve Resulullah'ın (s.a.s.) yüce ismine bitişik vasfı "Muhammedun Resulullâh'tan" “Resulullah” kelimesi çıkarılıp, "Abdullâh'ın oğlu Muhammed" konuldu. Allah Resulü bunların hepsini kabul ederek sükünetin yayılmasını istiyordu. Böylece davetini yayabilir, dünya liderleriyle mektuplaşabilirdi. Kuran'ın bunu ”apaçık bir fetih" olarak nitelemesinin anlaşılmıyacak bir tarafı yoktur.
Sayfa 36
Ebû Husayn el-Eşarî: “Sizden biriniz öyle bir meselede fetvâ veriyorsunuz ki, bu Hz. Ömer’e getirilseydi kesinlikle bunun fetvasını vermek için Bedir ehlini toplardı!” Demiştir. Acaba bu zat çağımızdakilerin cüretini görse ne derdi?
861 öğeden 826 ile 840 arasındakiler gösteriliyor.