Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

1300-1700

Osmanlı Dünyası ve Avrupa

Daniel Goffman

Sayfa Sayısına Göre Osmanlı Dünyası ve Avrupa Sözleri ve Alıntıları

Sayfa Sayısına Göre Osmanlı Dünyası ve Avrupa sözleri ve alıntılarını, sayfa sayısına göre Osmanlı Dünyası ve Avrupa kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Kısa süre önce çıkmış bir Osmanlı tarihi kitabındaki bölümlerden biri şöyle bir savla başlıyor: "Osmanlı Imparatorluğu'nun yaşam nedeni savaştı." Bu ifade, çoktandır Avrupa ve Amerika Birlesik Devletleri'nde yaygınlaşan, zarar verici ve yanıltıcı bir basmakalıp görüşü tam olarak özetliyor.
Tarihçiler genellikle Anadolu ve Balkan topraklarına yapılan Türk. men akınlarını barbar yağmacılığı olarak nitelendirirler; oysa bunların, yeni ve özgürlük getiren bir imparatorluğun temellerinin atılışı olduğu aynı derecede kolaylıkla düşünülebilir. Konstantinopolis'in Osmanlıların eline geçmesinin Batı uygarlığı için bir felaket olarak betimlenmesi bunun en tipik örneğidir; oysa bu rejim değişikliği, canlılık kaynağı art bölgelerinden koparılmış görkemli bir kentin yeniden doğuşu olarak da görülebilir, aynı kolaylıkla,9 Osmanlıların Balkanlar'ı fethi, çoğunlukla o bölgenin tarihinin askıya alınması ve dıştan gelen tanrıtanımaz bir yayılmacı gücün “boyunduruğu” altında tutsak edilmiş bir toplumun kıpırdayamaz duruma düşmesi olarak düşünülür. Oysa, bakış açısı değiştirilirse, Osmanlı uygarlığının Avrupa'nın içine işlemesiyle gelen karşılıklı toplum kaynaşması ve kültür harmanlamasına, canlılık ve yaratıcılığın patlaması olarak bakılabilir, Osmanlı İmparatorluğu geleneksel olarak Hıristiyanlara zulmeden bir güç olarak görülmüştür; ama bunun yerine, acımasızca hoşgörüsüz Hıristiyan Avrupa'dan kaçanlar için bir sığınak olarak da değerlendirilebilir.
Reklam
Osmanlı dünyasında Hristiyan dünyasından kaçmış binlerce dönme varken, Hristiyan Avrupa'da Islâm dininden dönenlere hemen hemen hiç rastlanmıyor.
Asya'nın aranan mallarını dağıtanın İslam dünyası olması, Batı Avrupalıları bu dünyayla ticari ilişkilerini sürdürme ve geliştirmekte daha da istekli yapsa da, aralarındaki bağı biçimlendiren, Osmanlıların bir İslam toplumunda Müslüman olmayanlara biçtiği roldü. Geç ortaçağın Avrupalı Hıristiyanları “öteki”yle, özellikle Musevilerle ve Müslümanlarla ilişkilerini çoğu kez şiddetli zulüm ve dışlama biçiminde yürütüyorlardı. Osmanlılar kendi içlerindeki “öteki”lere daha az şiddetle, kuramsal bir Müslüman üstünlüğü dayatarak davranıyorlardı (bu üstünlük, Müslüman olmayanlardan alınan bir kelle vergisi ve çoğunlukla belirli simgesel, özel yaşamı düzenleyici kısıtlamalarla belli ediliyordu); bunu yaparken gösterdikleri neredeyse katıksız, fakat etkili bir umursamazlık içinde, imparatorluktaki çeşitli dinler, etnik cemaatler ve yabancılar yan yana yaşıyor ve sonuçta kendi iradeleriyle kaynaşıyorlardı.
Batıdan bakıldığında Osmanlı devleti Bizans'ın küllerinden doğmuş bir canavar gibi görünüyordu.
Kent (Istanbul) İslâm insanının kafasında da en az Hıristiyanlar için olduğu denli büyük önem taşıyordu. Muhammed'in kendisi, Konstantinopolis'i dünyanın merkezi olarak düşünüyordu; 7. ve 8. Yüzyılın Arap akınları birkaç kez kentin surlarına ulaştı. Ilk Emevi Halifesi Muaviye, 670 yılında, kentin surlarında patlayan bir saldırının başındaydı; 716-17'de bir yıl boyunca süren kuşatma da başarılı olamadı.
Reklam
1453'ten önce Avrupalılar için, Selçuklu olsun, Osmanlı olsun Türk soyundan yayılmacıların gelişini, ne denli uzun sürerse sürsün, Hristiyanlığın ilerleyişinde geçici bir duraklama olarak düşünmek mümkündü... 1453'ten sonra bu dünya görüşünü sürdürmek zorlaştı.
Bu ülkede nice zulüm ve yolsuzluk varsa hepsi ulemanın başının altından çıkıyor.
Din, Batı ile Doğu'yu birbirinden ayırmaya yarıyordu; savaş, kıyım, cinayete hem özür uyduruyor, hem de haklılık gerekçesi buluyordu.
Osmanlıları ve diğer Türkmen gruplarını dinle tanıştıranlar sufi dervişler olmuştur. Bunlar, İslamın temel ilkelerini tanıdık biçimde ve buyurgan olmayan bir bağlamda iletebilen, heterodoks din yaymacılarıydı.
Reklam
Büyük Türk (Mehmet II), toprakları içinde var olan her şeyin öylesine efendisidir ki, ülkesinde yaşayanlar kendilerini onun tebaası olarak değil, köleleri gibi görür. Kimse kendi başının efendisi olmadığı gibi, evinin ya da tarlasının hâkimi de değildir.
İlk sultanlar hem siyasal amaçlarına ulaşmak, hem de çocuk sahibi olmak için evlenirken, 14. yüzyılın sonlarında hükümdar, cinsel ilişkiye yer vermeyen evlilikler yapıp, cinsel ilişkisini köle cariyelerle sınırlamaya başladı.
Devşirme uygulaması, gençleri yalnızca ailelerinden ve yurtlarından koparıp almakla kalmadı, aynı zamanda onlara, kendi kültürlerine yabancı bir kültürü ve kendi dinlerine son derece düşman olarak algılanagelmiş bir dini dayattı. Onlara Hristiyanlık yerine İslama inanmaları, Sırpça, Hırvatça yerine Türkçe konuşmaları öğretildi.
Osmanlıların uzun ömürlü ve imparatorluğun uçsuz bucaksız, karmakarışık topraklar toplamı üzerinde egemen olabilmesinin sırrı, dillere destan ordusu, sadık bürokratları, işinin ehli birçok yöneticisi ya da kendine özgü toprak mülkiyeti sistemi değildi. Bu sır, çeşitlilikler barındıran bu topluma yaklaşımındaki esneklikte yatıyordu.
Sayfa 123Kitabı okudu
Padişahın (Süleyman I), Avrupalı krallarla rekabet etme yöntemlerinden biri, Roma ve Katolik imparatorluk gelenekleriyle ilişkili otorite simgelerinden taç ve hükümdarlık asasını benimsemesiydi.
Sayfa 141Kitabı okudu
21 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.