Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Bir İmparatorluk Bir Din

Osmanlı İmparatorluğu ve İslam

Ahmet Yaşar Ocak

Osmanlı İmparatorluğu ve İslam Sözleri ve Alıntıları

Osmanlı İmparatorluğu ve İslam sözleri ve alıntılarını, Osmanlı İmparatorluğu ve İslam kitap alıntılarını, Osmanlı İmparatorluğu ve İslam en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Ne demiştik: coğrafya kaderdir..
“Tarihin hiçbir devrinde hiçbir devletinde ne siyaset dinden elini çekmiş ne de din siyasetle dirsek temasını terk etmiştir. Tarihe yön veren dört ana dinamiğin, coğrafya, ekonomi, siyaset ve din olduğunu, olayları analiz ederken daima hatırda tutmakta yarar vardır.”
Sultan unvanı İslam tarihinde münhasıran Müslüman hükümdarların, bu arada Müslüman Türk hükümdarlarının en çok kullandıkları unvanlardan biridir. Sultan unvanının aynı zamanda tasavvuf tarihinde büyük süfi şeyhlerine de verilmekte olduğunu hatırlatalım. Kur'an'da "güç, otorite, delil vs" anlamında sıkça zikredilen bu kelime, İslam tarihinde güçlü hükümdarlar tarafından kullanılmıştır. Genellikle Kur'an'daki dinî anlamın tesiriyle olsa gerek, Müslüman hükümdarların bu unvanı münhasıran İslam kamuoyu nazarındaki meşruiyetlerini temsil eden bir unvan olarak tercih ettikleri dikkati çekiyor.
Reklam
Fleischer, Fatih Mehmed'in şeriat ve kanunun geniş ölçekli uygulamasını kurduğu medreselerle müesseseleştirmekle beraber hiçbir zaman katı bir şer'î zihniyet sahibi olmadığını, şeriata devletin yapısını desteklediği ölçüde sahip çıktığını özellikle vurgular. Onun İslam'ın felsefi ve mistik yönüyle daha çok ilgilendiğini, "şeriatın alçak gönüllü bir hizmetkârı" olmayı değil, bir "filozof kral," tasavvufun "insan-ı kâmili olmayı hedeflediğini söylerken, onun hakkında kanaatimizce isabetli ve yerinde bir teşhis koymuştur.
Osmanlı Devleti
İbn Arabiciliğin bir devlet tarafından resmen bu derece sıkı hatta katı bir siyaset haline getirildiğinin başka bir örneği yoktur.
Sayfa 303Kitabı okudu
Osmanlı medreselerinin bilimsel altyapısı, bir yanıyla biri Mısır, Suriye gibi daha muhafazakâr, ikincisi Irak ve İran gibi daha müsamahakâr ve tasavvufi, üçüncüsü ise daha felsefi ve akılcı bir zihniyetin temsilcisi olan Maveraünnehr olmak üzere üç önemli bilimsel damardan beslenmekteydi. Bu aynı zamanda her damarı temsil eden fevkalade işlenmiş güçlü ve zengin ama geleneğe bağlı, muhafazkâr bir literatürün de Osmanlı medreselerine intikal ettiği anlamına geliyordu. Osmanlı medreseleri ve uleması bu renkli ve güçlü geleneksel ve muhafazakâr bilimsel gelenekleri devralmakla beraber, bu noktada kalmadı, bunu belli ölçüde geliştirdi, lakin geleneği sürdüren muhafazakâr çizginin pek dışına çıkmadı. Bu geleneğin bilimsel mirası olan literatür, Osmanlı biliminin -özellikle dinî bilimleri kastettiğimizi vurgulayalım- bu kozmopolit muhafazakâr gelenek üzerine inşa edilmiş olduğunu gösterir.
Osmanlı İmparatorluğu özellik Fatih Mehmed'in başlattığı sürecin 16. yüzyılda kemale ermesinden itibaren tebaası, hanedanı ve merkezi iktidarıyla birlikte " siyasallaşmış İslam parantezinde Rumi, Türki ve Farsi özellikler, katkılar taşıyan bir İmparatorluktur.
Reklam
Kadılar Ve Rüşvet
Kitâb-ı Müstetâb müellifi de benzer sıkıntılara işaret ederek şikâyetlerini sıralamaktadır. Ona göre azledilip İstanbul'a gelen beş yüz akçelik bir kadının ma'zul olduğu halde türlü türlü köşkler ve bahçeler yaptırıp kalabalık bir hizmetkârlar ve genç köleler edinebildiğini, bütün bunları günde bin akçeden fazla bir masraf ederek ancak karşılayabileceğini özellikle vurgular. Yeniden vazifeye tayin edilinceye kadar bu hayatını faizle aldığı borçlar sayesinde idame ettirdiğini, tayinden sonra ise borçlarını temizlemek ve tekrar mal biriktirmek için rüşvet ve suiistimal belasına duçar olduğunu yana yakıla anlatır.
Medreselerden yetişen ulema, bir yandan eğitim ve tedris faaliyetleriyle güçlü bir Sünni İslam inancını işleyip yayarken diğer yandan buralardan yetişen bürokratlarla imparatorluğun yönetici kadrosuna büyük katkı sağladı. Bu, ulemanın siyasetten, siyasetin ve onu yürüten bürokrasinin de ulemadan etkilendiği ve her ikisinin birbirini zaman içerisinde dönüştürerek değiştirdiği, dolayısıyla sabit, donmuş birer yapı oluşturmadıkları, sürekli dönüştükleri, değiştikleri anlamına gelir.
Sayfa 35
Özellikle 13. yüzyıldan itibaren İslam Orta Asya'da Kübrevi ve 14. yüzyılla beraber Nakşibendi tarikatlarının hakimiyetine girdi. Ortadoğuda Kadirilik ve Rifailik gibi tarikatlarla da gelişti. Ayrıca bunlara Selçuklular ve Osmanlılar zamanında Mevlevilik, Sühreverdilik, Halvetilik, Bayramilik, Bektaşilik vb başka tarikatlar katıldı. Balkanlar'daki fetihlere paralel olarak bunların hepsi yeni topraklara taşındı.
Sayfa 35
Gelibolulu Mustafa Âlî'ye göre:
Ona göre Sultan (III.) Mehmed zamanında devlet adamlarının vaizlere danışmaları bir âdet haline gelmiştir. Bu da onların giderek şımarmalarına, bundan yararlanarak servet sahibi olmak suretiyle zenginleşmelerine yol açmıştır.
Sayfa 256Kitabı okudu
Reklam
Tuğrul Bey'le beraber Bağdat'a gelen Mu'tezilî âlim 'Ali b. Hasan kentte fazla kalmadan hemen Nişabur'a dönmüş ve burada vaizliğe başlamıştı. Yıllar sonra Melikşah onu Nişabur'da görmüş ve niçin kendisini karşılamaya gelmediğini sorunca "hükümdarların hayırlısının ulemanın ayağına gelen, şerlisinin ise hükümdarların ayağına giden olduğunu, bu yüzden gelmediği" cevabını vermiştir.
Tarih ve sosyoloji araştırmalarında İslam'ın tarihsel süreç içerisinde devletler ve toplumlarla ilişkisi ve onlar içindeki yeri bahis konusu edilirken araştırmacılar analiz kolaylığı sağlamak bakımından zaman zaman bazı terimler kullanmışlardır. Söz konusu terimlerin en eskileri ve bugün de yerine göre Batılı ve Doğulu araştırmacıların -bazı eleştirilere konu olmakla beraber- hala sık kullandıkları iki tanesi, Ortodoks İslam ve Heterodoks İslam terimleri olup, birincisiyle "Sünni" ikincisiyle de "Sünni olmayan İslam" algı ve pratikleri ve bunların mensubu toplumlar kastedilmekteydi.
Sayfa 29
Fatih'in ve Kanuni'nin kullandıkları çok iyi bilinen Kayser-i Rum terimi Osmanlı İmparatorluğu'nun Rumi bir imparatorluk olduğu tezini savunanlarca sık sık örnek verilir ve Konstantinopolis'in fethi sonrası Fatih'in dünya imparatorluğu projesi doğrultusunda başlattığı yeni yapılanma döneminin sembolik unvanı olduğu kabul edilir. Muhakkak Fatih kendisini bu konumda görüyor ve bu iddiası, yanında toplanan Georgios Amirutzes ve Georgios Trapezuntios gibi Bizanslı entelektüellerin «Kimse şüphe etmez ki sen Romalıların imperatorusun. İmperatorluk merkezini elinde tutan kimse imperatordur« mealindeki sözleri ve telkinleriyle de birleşince, muhakkak ki ondaki bu ideali iyice pekiştirmiştir. Onun bu iddiası, Hodgson'un da vurguladığı gibi, İstanbul'u hayalindeki dünya imparatorluğunun payitahtı yapma çabasıyla da çok açıkça ortaya çıkar. İstanbul artık camiye çevrilen Ayasofya ve yeni yapılan Fatih Camii ile tam olarak bu yeni kimliğin görünürdeki iki çok önemli simgesi idi. Böylece Fatih klasik İslam devlet geleneğinin olduğu kadar artık Doğu Roma'nın (Bizans) halefi olduğunu da resmen ilan ediyordu.
Sayfa 73
Avrupa'da da yeniçağlardan beri Osmanlılara hep bir İslam imparatorluğu olarak bakılmış, Osmanlılar ise Avrupa ile ilişkilerinde bir İslam devleti olduklarını sürekli hatırlatmaktan geri durmamışlardır.
Bernard Lewis Ortadoğu isimli kitabında Yahudilikteki hahamlarla Osmanlı uleması arasında ilginç bir kıyaslama yaparak ortaya çıkış, mahiyet ve statüleri itibariyle birbirlerine çok benzediklerini söyler. Ona göre İslam'da ve Yahudilikte Hristiyanlıktaki gibi bir ruhban sınıfı yoktur. Osmanlı uleması ve hahamlar ruhani yetkilerle mücehhez din adamları değildir. İslam'da yeterli din bilgisine sahip olan herkes imamlık yapabilir, camilerde vaaz verebilir, evlilik veya cenazelerde görev alabilir Allah ile kul arasında ilke olarak aracılık etmek söz konusu değildir.
92 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.