Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Ortaçağdan Yirminci Yüzyıla

Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam

Suraiya Faroqhi

Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam Sözleri ve Alıntıları

Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam sözleri ve alıntılarını, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam kitap alıntılarını, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Toplumdaki hiyerarşik yapıyı açıkça ortaya koyan şenlik alaylarına Os­manlılarda olduğu gibi Avrupa'da da hem ortaçağ sonlarında, hem de Rönesans'ta çok sık rastlanır. Şenlikler 18. yüzyılda da sürmüştür. Her iki kültürde de, toplumun hiyerarşik yapısını yumuşatmak ve kabul edilebilir bir düzeyde tutmak için, bu hiyerarşiyi bir ölçüde hicvetme yoluna gidil­miştir.Ama Avrupa'daki şenlik alaylarında öne çıkan ve 17 yüzyıldan itibaren kiliseyle devletin "müstehcen" bölümleri ayıklamasına ve sonunda halk şenliklerinin ortadan kalkmasına yol açan aşırı kaba espri öğelerine Osmanlılarda çok daha az itibar edilmiş olsa gerektir. Osmanlı şenliklerini izlemiş Avrupalı aristokratların ya da yüksek burjuvaların hepsi, halkın davranışlarındaki düzen ve disiplini övmüşlerdi. Bazı Avrupalılar, kendi kültür çevrelerinde sonradan erişilen bir nitelik olan disiplinli davranışı, Osmanlılarda zaten mevcut bir tutum olarak görüyorlardı. Yine de şenlik görevlileriyle alay edilmesinin ya da (bazı kukla oyunlarının metinleri göz önüne alındığında) iktidarı elinde tutanların zayıf ve gülünç yanlarını orta­ya çıkarmanın Osmanlı toplumunda da tabu sayılmadığı anlaşılmaktadır.
Sayfa 204 - Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Sanat tarihçileri, Osmanlı kentlisinin yaşayışında, atalarının göçebe geçmişine bağlanan izleri özellikle vurgulamışlardır. Bazı evlerin biçimi, bahçeli evlerin sevilmesi, eşyanın az olması ve kolay taşınabilir yaygıların kullanılması hep bu doğrultuda yorumlanmıştır.
Sayfa 190 - Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Reklam
Mudaraba adı verilen ticari anlaşmada, kişi parasını işletmesi için gezgin bir tüccara verip onunla ortak oluyordu.
Sayfa 137 - Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Cafer Efendi, Mimar Mehmed Ağa’nın yaşamını anlattığı ve sonuna Osmanlıca yapı terimlerini içeren küçük bir sözlük de eklediği Risale-i Mimariye'ye âdet olduğu üzere Allah’a, Hz. Muhammed’e ve dört halifeye övgüler düzerek başlıyor. Allah’ın övüldüğü bölümde tüm evren büyük kubbeli, kandillerle ve ışık saçan mumlarla bezeli, aydınlık pencereli ve yüksek kemerli bir cami olarak anlatılıyor. Tanrı böyle etkileyici bir yapıyı “resimsiz, hesapsız” yaratmış bir mimar olarak övülüyor.77 Evrenin yaratılışı motifinin mimari benzetmelerle anlatılmasına Sultan Ahmed Camii için yazılmış kasidede de rastlıyoruz. Kasidenin başlangıç dizelerinde gökyüzü bir kubbe, gökkuşağı mihrab, güneş ve ay ışık saçan mumlar, Sina Dağı ise değerli oymalarla bezeli bir minber olarak tasvir ediliyor. Burada da Tanrı’yı mimar olarak övme yaklaşımı var; öte yandan Cafer Efendi risalesinde Tanrı’nın yüceliğini, “Tanrı’nın gölgesi” olan padişahınkinden daha az vurgulamış. Vakfı kuran Sultan Ahmed’i, eskiden baykuşların yuva yaptığı metruk bir yere cami yaptıran cömert ve hayırsever bir kişi olarak övüyor.
Sayfa 127
Taş, sadece Mısır ve Halep gibi ağaç yönünden fakir, daha ucuz malzemenin bulunmadığı bölgelerde ya da çevrede çıkan taşın özellikle yumuşak ve kolay işlenebilir olduğu Orta Anadolu'daki Ürgüp gibi yörelerde kullanılırdı. İstanbul'daki konut yapımında en çok kullanılan malzeme ahşaptı ve bu evler rengarenk boyanırdı. Kuşkusuz pek çok kişi de evinin hava koşullarından harap olmasına ve bugün 19. yüzyıl sonu 20. yüzyıl başlarından kalmış ahşap yapılarda gördüğümüz gibi, renginin koyu kahverengine dönüşmesine göz yummak zorunda kalırdı . Ahşabın deniz yoluyla getirilemediği, bu yüzden de çok pahalı olduğu yerlerde hımış yapı tekniği geliştirilmişti . Bu teknikte yapının iskeleti ahşaptan yapılıyor, iskeletin arası kerpiç ya da tuğlayla dolduruluyordu. Ağacın daha da az bulunduğu Konya gibi yörelerde ise evler kerpiç ve çamurdan inşa ediliyor, sadece taşıyıcı öğeler ve çatı ahşap oluyordu. Ev gözden çıkarılıp terk edileceği zaman ahşap malzeme alınıyor, geriye sadece bir kerpiç yığını kalıyordu.
Sayfa 154 - Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Süleymaniye'nin inşası sırasında, merkezi kubbenin altına, iki yana yerleştirilecek dört büyük sütundan üçü çok uzaktan getirilmişti. Bir ya da iki sütun Suriye'deki Baalbek'ten, bir başkası da Mısır'dan gelmişti. Büyük masraflara yol açan bu nakliye işlemiyle bir yandan Kanuni'nin imparatorluğunun büyüklüğü ortaya konuyor, öbür yandan da hükümdarın gücünün yettiği teknik olanaklar gösterilmiş oluyordu. Anlaşılan aynı dönemde, papanın Roma'sında da aynı şeyler düşünülmüştü. 1586'da Roma'da San Pietro Bazilikası'nın önündeki meydana Roma İmparatorluğu döneminde kente getirilmiş bir Mısır dikilitaşının yerleştirilmesi, büyük bir olay olarak kutlanmış ve belgelere geçirilmişti.
Sayfa 170 - Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Reklam
Doğada çoğu kez gümüşle bir arada bulunan kurşun çoğunlukla Balkanlar'da çıkarılıyordu. 16. yüzyılda Amerika'dan da bol miktarda gelmeye başlayınca Akdeniz yöresinde gümüş ucuzladı, Balkanlar'daki ocaklar karlı olmaktan çıktı, çoğu da terk edildi . Dolayısıyla yerel kurşun üretimi de azaldı ve 17. yüzyılda kubbeler artık kimi zaman ithal kurşunla kaplanmaya başladı. Özel yapılarda gerekli olan demir çoğunlukla Güney Bulgaristan'daki Samoko kentinde küçük yüksek fırınlarda elde ediliyordu. Süleymaniye gibi büyük bir yapıya başlanacağı zaman Osmanlı hazinesi oradaki yüksek fırın sahiplerine kapasitelerini artırabilmeleri için ön ödeme yapmak zorunda kalıyordu . Bu uygulama yerel kadılara zorluk çıkarabiliyordu, çünkü hangi işletmeye kredi verileceğini saptama sorumluluğu kadılarındı . Bir fırın sahibi krediyi alıp mal göndermediğinde zararın sorumluluğu da bu kadılara aitti. Demir, Meriç üzerinden Marmara Denizi'ne taşınıyor ya da İstanbul'a kadar kervanlarla getiriliyordu. Bazen oradan da daha uzak yerlere gönderiliyordu. 16. yüzyılın ikinci yarısında Il. Selim ve III. Murad Mekke'deki Harem-i Şerif'te onarım ve değişiklik yapmaya giriştiklerinde de demir Samoko'dan getirtilmişti
Sayfa 171 - Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Bitlis beyinin sa­rayında sıcak şarap ikram edilirdi. Şarabın içerdiği alkol, ısının etkisiyle ortadan kalktığından içilmesinde sakınca yoktu.
Sayfa 245 - Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
16. yüzyılda zeytinyağı Anadolu'da aydın­Iatmada kullanılır, yemeklerde ise pek görülmezdi. Yemek tereyağıyla pi­şerdi.Önceleri yavaş yavaş, daha sonra ise temelden değişecek olan tere­yağı alışkanlığı, bozkırlarda, büyükbaş hayvan yetiştiricilerinin bulunduğu yerlerde gelişmişti.
Sayfa 233 - Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Sakalar.
Ankara'da kaleiçi gibi yüksek yerlerde kurulmuş mahallelerde çeşme bulunmazdı. En yakındaki çeşmeye kadar uzun bir yol gitmek istemeyenler, 19. yüzyıla kadar Avrupa kentlerinde de yaygın olduğu gibi, suyu evlerine getirtmek zorundaydılar.
Sayfa 178 - Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
45 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.