Uzun bir zaman elimde süründürdükten sonra sonunda bitirebildim kitabı. Mektup türünde eser okumayı çok seviyorum aslında. Bu zamana kadar Cemal Süreya, Sabahattin Ali gibi birçok yazarın eserlerini çok severek ve çok etkilenerek okumuştum. “Piraye’ye Mektuplar”a da aynı sevinç ve heyecanla başladım. Fakat Nâzım Hikmet’in kalemini, şiirlerini, eserlerini çok sevsem de bu kitap elimde aylarca süründü diyebilirim. Nâzım’ın özel hayatında insanı darlatan sevgisi (bana göre), tekrarlayan olaylar, aynı ve benzer mektupların tekrar tekrar eklenişi araya bir sürü kitap almama ve okurken bunalmama sebep oldu. Hayranlıkla okuduğum, alıntıladığım birçok cümlesi, şiiri olmasına rağmen bu kitap ve Nâzım Hikmet beni çok yordu. Tabii büyük aşkın hüzünle bitmesi; Nâzım’ın çok sevdiği, şiirlerine, yazılarına ilham olan, yıllarca hapisteyken onu bekleyip destek olan kadını bırakması da bildiğim sonu getirmemi yavaşlatmama sebep oldu. Bu kadar severken nasıl bir insan bırakılır ya da bırakılması göze alınan insana nasıl bu kadar güzel cümleler yazılır diye çok düşündüm. Ama bir türlü anlam veremedim. Belki hapishane psikolojisi, yaşadığı haksızlıklar, yıllarının yok yere kapalı kapılar ardında geçiyor olması Nâzım’ın ruhunu çok derin etkilemişti. Yine de Nâzım’ı haklı bulamadım…
Kesinlikle okuyun demem ama Nâzım’ın hayatına daha fazla hâkim olmak isterseniz okuyabileceğiniz bir eser. 🪷