“Yalnız olan bendim; yalnız bırakılan ben, yalnızlığı yıllar önce bir tokat gibi suratına inmiş olan ve sırf o yalnızlık gitsin diye tanıdık kalabalıklar arasına karışmayı seçen ben.”
Yeni bir hayat kurmak, yuva yapmak, temas etmek... istemiyordum. Herhangi bir konuda herhangi bir istek duymuyordum. Ağır, kıvamlı, seyrelmeyen bir isteksizlik halinin içinde, ezberin götürdüğü yere gidiyordum.
Öfkeyi çok fazla kelime anlatır; çok söz söyleyebiliriz onun adına, çok süslü laf, çok feryat figan feveran... Ama hayal kırıklığını anlatan ses, tektir.
Yalnızca sessizliğin içinde duyulur.
Talihsiz bir evliliğin prangalarından kurtarmasını istediği adamı tam 5 yıl önce o prangalara mahkum eden kadının, kendi sevgilisi olduğunu bilmiyordu. Sarp ve Çağla birbirini en karanlık çukurda fenersiz bulabilirdi. Tanışmalarına gerek yoktu.
"Sana söyleyebilirdim, öyle mi Çağla? Her şeyi tepetaklak edip çekip giden sana? Beni sadece hatalardan ibaret bir hayata mahkum eden sana?"
"Bir gece ortadan kaybolup... Sırra kadem basıp... Günler sonra bana 'evlendim ben' diyen sendin Sarp."
Karmakarışık bir ifadeyle bana baktın. Şaşkınlık? Değil. Öfke? Tam sayılmaz. Bıkkınlık? Beklenebilir, yine de kuşkulu. Geliyorum deyip sözünü tutan bir kazanın enkazıymışım gibi bana bakıyordun. Belki de en doğru tanımı buydu. Kurye değil, enkazdım. Sana poşet poşet harabe taşıyordum, belki el atardın ve kurtarırdık.
Bu kez gelmiyordun ama bu bilincin, bekleyeni bekleyişinden vazgeçirdiği nadiren görülür. Bekleyiş, afyonların en izafi olanıdır. Sadece âşıksanız kafa yapar.