Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Risale Okumaları 2 - Büyük Buluşma

Metin Karabaşoğlu

Risale Okumaları 2 - Büyük Buluşma Gönderileri

Risale Okumaları 2 - Büyük Buluşma kitaplarını, Risale Okumaları 2 - Büyük Buluşma sözleri ve alıntılarını, Risale Okumaları 2 - Büyük Buluşma yazarlarını, Risale Okumaları 2 - Büyük Buluşma yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
İnsan, her bir alemi görecek, her bir şeyi düşünecek, her bir lezzeti tadacak, her bir elemi hissedecek câmi' bir fıtratta yaratılmıştır ki; Cenâb-ı Hakk'ı bütün isimleriyle ve her bir ismin en âzam mertebesinde tanıyıp, kâinatın yaratılış sırrını gerçekleştirebilsin.. Aklımızın her şeyi ihatası, kulağımızın sayısız sesi ayırt edip her birinden hususi bir zevk alabilmesi, gözümüzün bütün güzel şeylere meftuniyeti..hepsi de, bu "câmiiyet" vâkıasına, bu "câmiiyet" vâkıası ise insanın Cenâb-ı Hakk'ı bütün isimleriyle tanıyıp tanıtmak üzere yaratılmış olması hakikatına bakmaktadır..
Ölüden diri, geceden gündüz çıkaran, seyyieyi haseneye çevirmeye de muktedir olan Zât-ı Zülcelâl'in; ölü ve karanlık hallerden diri ve aydınlık sonuçlar çıkardığının bir dizi örneğini sunuyor Asr-ı Saadet..
Reklam
..bütün peygamberler manen en büyük terakkilerini, maddeten musibetin en ağırı üzerlerine çökmüşken tecrübe etmişlerdir.. ...yaratılmış olanların aczini anladığı ölçüde Yaratanın kudretini tanıyan insan, musibet hengâmında tam da bunu tecrübe etmektedir..
Kemal, buydu işte..zıtların, bize zıt görünenlerin buluşması idi.. Hem Zülcelâl, hem de Zülcemal idi Rabbimiz.. Mutlak anlamda celâl sahibi olarak mutlak anlamda cemal sahibi olmasıyla gösteriyordu kemalini.. Cebbar ve Kahhar bir Yaratıcı olarak, Rahmân ve Rahîm de olmasıyla; Azîz ve Kadîr olmakla birlikte, Kerîm ve Muhsin olmasıyla gösteriyordu..
Risale-i Nur gibi bir eseri okumak, elbette başlı başına bir huzur, bir sekinet ve ibadet halini yaşamaya sebeptir.. Ancak onu anlamak "teenni ile mütalaa" gerektirmektedir.. Teenni ile mütalaa, yani kalben yönelmenin yanısıra, fikren yoğunlaşma, zihnen meşgul olma, muhakeme etme...
"Madem hayat esma-i hüsnanın nukuşunu gösterir. Hayatın başına gelen her şey hasendir." -Risale-i Nur
Sayfa 163Kitabı okudu
Reklam
Vatan neresidir?
Milliyetçi zaaflardan arınmış bir mü’min için,’vatan,’ en nihai anlamıyla,’vatan-ı aslî’ olarak cennettir. İkincisi, kainatın tamamı, Rabbu’l-âlemin’in mülkü olarak o mü’minin vatanı hükmündedir. Üçüncüsü, insanın yaşamasını mümkün kılacak en güzel surette hazırlandığı besbelli olan yeryüzünün tamamı onun için bir vatan hükmündedir. Dördüncüsü, şu yeryüzü içinde, hususab mü’minlerin dün veya bugün ekseriyet teşkil ettiği ve umumi ortamından iman teneffüs edilen diyarlar onun ’vatan’ıdır. Beşincisi, doğduğu ve de meskun bulunduğu beldeler onun vatanı hükmündedir.
Köpeklerin serbest bırakılıp taşların bağlandığı acayip bir devirdeyiz gerçekten...
Zira, musibet anları, hele en ağır musibet anları, İnsana hem kendi aczini, hem sükût ettiği o an apaçık görülen bütün sebeplerin aczini bihakkın göstermektedir.
Bu meselelerin açılması için ise, İMAN ile İSLÂM, DİN ile HAYAT, KÂİNAT ile İNSAN arasındaki zaten mevcut bütünlüğün bizim ZİHİNLERİMİZDE YENİDEN İNŞASI gerekiyor. ' Ve Risale-i Nur, SEKÜLER bir çağda bu bölünmüş bütünün parçalarını yeniden buluşturmanın yolunu ve usulünü Öğreten bir eser olarak, bu yönüyle de açılmayı ve anlaşılmayı bekliyor.
Reklam
İNSANLAR ÖZELLİKLE de İstanbul gibi hava akımına açık bir yerde iseler, havanın çok değiştiğinden yakınırlar birbirlerine. Yakınırlar; zira hava birçok gün, günboyu değişime uğrar. Güneşli iken yağmura bürünür, bulutlu iken açılır, ılık iken sert bir rüzgâr çıkar, sert bir hava var diye sıkı giyinip çıktığınız bir başka gün ise havanın değişmesi yüzünden kıyafetinizin bir kısmını elinizde taşımak zorunda kalırsınız. Her hâlükârda, “Şu havanın da bir kararı yok ki kardeşim” şikâyetini çokça duyarız ortalıkta. . Hava bu durumdadır; çünkü kelime olarak heva ile akrabadır. Heva gibi, bir anının bir diğer anını tutmamasına binaen ‘hava’ denmiştir ona. Bu ise, ‘heva’nın durumunu net biçimde ele verir. ' Gerçekte her gün kendi nefsimiz vesilesiyle yüzlerce, belki binlerce kez tecrübe ettiğimiz üzere, ‘heva’ nın durduğu sabit bir zemin yoktur. Bir oraya, bir buraya sürükler bizi. Bir yerde, hele doğru bir yerde sabit bırakmaz.
Santraç Meselesine Bakılması Gereken Açı
Kendi namima, fakihlerin 'satrança dair hükümlerini, bu noktada manidar bir örnek olarak görüyorum. Ehl-i İslâm'ın gündemine-bildiğim kadarıyla İran'ın fethinden sonra gelen satranç oyunu için, fakihlerin büyük kısmı caiz değil' diye düşünüyorlar. Bu, bugün birilerinin anlamsız bulduğu; birilerinin ise 'vakit israfi gerekçesiyle izaha çalıştığı bir hüküm. Ben ise, şahsen, bu hükmün temelinde müthiş bir imanî duyarlılığın yattığını hissediyorum. Neden derseniz; satranç, 'şah’ın zafer kazanması veya en azından muhafazası uğruna 'piyon'ların düşmanın önüne yem olarak atıldığı; hatta atin, filin ve vezirin de şah için gözden çıkarıldığı bir oyun. Yani, insana, birini koruma adına başkalarını feda etme yönünde bir zihin talimi yaptıran şefkatsiz ve adaletsiz bir oyun. Satranç oyununun gerisindeki bu mantık ise, en küçük bir mahlûkun dahi hakkını zayi etmeyen Âdil-i Mutlak'ın Adl, Hakem, Rahîm, Raûf gibi isimlerine ayna olma sırrına münasip düşmüyor. Yine bu mantık, ism-i Adľin bir cilvesi olarak, İslâm'ın “Devletin selameti için şahıslar feda edilmez” şeklindeki hükmünü içeren adalet-i mahza esasıyla da uyuşmuyor. Üstün' görülen birileri adına ‘aşağı gözüken birilerini feda etmek, onları bile bile ölüme atmak imanî ölçülere ve ism-i Adl’in cilvesine sığmadığı içindir ki, alimler zihnen bu zulmün talim edilmesi demek olan satrancı caiz görmüyorlar!
'bilip yapmama' problemini olabildiğince aşmanın, iman ile amel, düşünce ile pratik arasındaki mesafeyi azaltmanın vazgeçilmez bir şartı, ilgili hakikatlerin talimine 'tekrar' ile devam etmek. Bir kere bilmeyi, yaşamak için yeterli zannetmemek; bir kere bildikten sonra yaşamadığı için ümitsizliğe düşmemek.
Sayfa 123Kitabı okudu
Bir gün, sabah namazını kıldıktan sonra namazgâhında tesbihat ve tahşidata devam eden Cüveyriye validemizin yanından kalkan Efendimiz aleyhissalatu vesselam kuşluk vakti tekrar aynı odacığa döndüğünde, onu aynı vaziyette görüyor ve saatlerce o vaziyette kalan Cüveyriye validemize, üç kere tekrar ettiğinde bu kadar saat zarfında yaptığı tesbihattan hasıl olan sevaptan fazlasının kendisine kazandıracağını bildirerek, şu tesbihatı öğretiyor: "Sübhânallahi ve bihamdihî adede halkıhî ve rıdâ nefsihî ve zinete arşihî ve midâde kelimâtihî."
Sayfa 104Kitabı okudu
Rabb-ı Rahîm, bir kul olarak ve kul olmanın getirdiği zaafları üzerinde taşıyanlar olarak bizden, 'hiç kirlenmeme' gibi bir şeyden ziyade 'temizlenme' istediği; 'hiç yanlış yapmama' yerine 'yanlıştan dönme'yi istediği; "Allah tevbe edenleri sever; temizlenenleri de sever" misali ayetler ile bunu defaatle ders verdiği halde, samimi bir tevbe ve istiğfarın işlenen yanlıştan hasıl olan günahın affına vesile olduğu hususu atlanıyor öncelikle. İman ile amel arasında hem bir bağ, ama hem de bir mesafenin olduğu; imanın gerektirdiği amele muvaffak olamadığımız mesafeli durumlarda ameldeki muvaffakiyetsizlikten dolayı istiğfar ve tevbenin bir telafi imkanı sunduğu da atlanıyor. Bu çerçevede düşülen bir diğer hata ise, kemmiyete, yani sayıya dayalı bir muhakemenin zihinlere hakim olması öte yana konularak bir tartı yapılıyor. Keyfiyetçe çok yüksek bir amelin kemmiyetteki bu problemi çözebileceği, günahların ağır bastığı bu terazideki manzarayı tersine çevirebileceği hususu görülemiyor.
Sayfa 102Kitabı okudu
98 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.