"Aşk denen şeye zaten inanmam.
Ayrıca varsa bile ikimizin arasında olmasına izin vermem. Şu anda tüm istediğim bu evliliği bir an önce bitirip hayatıma kaldığım yerden devam etmek. Sen olmadan..."
”Seni sevmemi isterdin, değil mi?” diye acıyla sordu. “Seni sevseydim, intikamını tam almış olurdun. Bana çektireceğin başka acı kalmıştı. Ayrıldığımızda için rahat ederdi.”
Osman dik dik Gülay’a bakıyordu. “Sana acı mı çektiriyorum?”
“Bana bir an çok yakınsın, bir an çok uzak! Bir an harika bir sevgilisin, bir anda en büyük düşman! Bir an müşfik bir koca, bir anda ayrılmak için çırpınan bir evlilik mahkumu...Ve...En kötüsü..senin böyle mutsuz olmanın sebebi benim...Kendime her bakışımda, senin gözlerinden kendimi görüyorum ve kendimden nefret ediyorum.”
Gözü sadece bir an için yanında oturan kadına kaydı. Masum bir gelin gibi beyazlar içindeydi. Yüzü duvağın altından görünmüyordu. Dar zamanda bulunan gelinlik ise ona göre biraz büyük ve biçimsiz sayılırdı. Üstelik kış mevsiminin neredeyse dokuz ay hüküm sürdüğü bir bölge için kalın ve kaba tasarlanmıştı. Vücudunun biçimi hakkında hiçbir fikir vermiyordu.
Kahretsin! Şu anda bir erkekle bile evlenmiş olabilirdi.
Çocuk elinde olmadan bu uzun adamı süzüyordu. Genç adam karla kaplı kaldırımın ucunda kıpırdamadan durmuştu. Giymiş olduğu kalın montu, onu daha da iri gösteriyordu. Siyah saçları, kar taneciklerini hızla serpiştiren rüzgarla birlikte alnına dökülmüştü. Düz ve biçimli alnında tatlı tatlı kıpırdanıp duruyordu. Fakat bu esmer adamı o anda dikkat çekici yapan ne kıskanılacak yakışıklılığı, ne de zengin olduğunu belli eden iyi giyimiydi. Başka bir şey vardı. Adeta elle tutulabilen bir şey!
Bu adam, fazlasıyla öfkeliydi!