İlerleyen dakikalarda bilinç ve bilinçaltından bahsetmeye başladı. Nurşen Hoca'nın sözünü keserek heyecanla insanlara istediğin sayıyı söyletebildiğimden bahsettim. Şaşırmasını bekledim ama hiçbir şaşkınlık göstermeden:
"Hadi söylet o hâlde. Esra'ya veya Mesude'ye söyletebilir misin?" deyince ikisi de
Bir rüyanın fevkinde
Fevkalade bir gezegende
Yürüyordum durmadan
Ebediyet filizlerini görmek için
Sonsuzluk bahçesinde
Biraz seyrettikten sonra
Nehir kıyısında rastladım
Bir aheng-i humaya
Akşam namazı vaktinin yaklaştığını fark edince Bayezid'e yöneldim, bu esnada ezan okunmaya başlamıştı. Yıldızların altın da uzayan gece, nefis bir ıslık çalıyordu kulaklarımda. Yıldızlara serenat eden ezan sarsıyor göğü, sarsıyordu içimdeki boşluğu.... Ve birden gördüm onu, boşanıverdi gözlerim eşlik eden yağmura nispet yapar gibi. Fısıldıyordu gece kulaklarıma ismini. Uzaklaştığını gördüm yanımdan. Koşarak giden izafi zamanı tutup yavaşça kaydırmak istedim. Mehmet'in gidişinin ardından ezanın bitmesiyle dudaklarımdan dökülen mısralara engel olamadım:
Göklerin marşı okunduğunda
Ulur köpekler göğe karşı
Ey insanın zamanla raksı!
Götür beni sonsuza
Bir akşam ezanıyla...
Akşam namazını kılıp camiden çıkınca, şeyda misali arşa âguş açımış, endamını arz eden devasa bir çınar dikkatimi çelekti. Yılların yorgunluğu üzerine çöken ağacın halatlarla birbirine bağlanmış dallarının arasında uyuyakalmış minik serçeler ruhumu okşarken, toprağa meydan okurcasına dimdik ayakta duran ağacın etrafını sarmış mermer banka oturdum.
Ey yıldızlarla süslenmiş Gece!
Bulutlar üzülür hâline
Gün bitiminde
Ağlayarak gitti güneş evine
Nedir bu hüsran ey mahzun Gölge!
Ziyaları küstürdün cismine