"Ben otuzlarıma merdiven dayamış bir insanım ve önümde yaşamam gereken yıllar varken, neden gün batımıyla bana kendini hıçkırıklarınla hatırlatıyorsun? Birazcık nefes aldığımı hissedecek gibi oluyorum, hemen bir köşeden belirip bir hayalete dönüşmemi sağlıyorsun. Oysa ben yalnızca etrafımdaki insanlar gibi yaşamak, güneşin batışının ne anlama geldiğini bilmeden yaşamak, mutlu ya da mutsuz yaşamak istiyorum, bir hayalet gibi değil. Ne istiyorsun benden, rahat bırak beni! Oysa, benim yalnızca güneşin batışıyla kızıla boyadığı bu denizin güzelliğini görmem gerekmez miydi? Martıların çığlık çığlığa denize dalıp balık avlama gayretlerini görmem gerekmez miydi? Ama sen bana sürekli batan güneşin ardından, hükmünü sürecek olan gecenin de sona ereceğini hatırlatıp, aldığım soluğun acı vermesine neden oluyorsun. Baksana, batıyor güneş ve ben burada seninle…”
...“burada seninle güneşin batışına üzülüyor, acı çekiyorum. Oysa sadece bir güneş ve doğduğu gibi batıyor işte! Hah! Saçmalık bu! Hayır acı da çekmiyorum, yaptığım şey yalnızca bilincimi boşluğa bırakmak. Lanet güneş herkese batıyor, ama kimse de kalkıp “ne olur biraz daha, biraz daha” diye haykırmıyor ki. Sen ise her seferinde hıçkırıklarınla bana kendini hatırlatıp beni bir hayalete dönüştürüyorsun. Hayalet, koca bir hayalet! İnsanlar görmezler ki hayaletleri, bilmezler hayalet olmanın b.ktan durumunu; yalnızca bir hayalet… hayaletler acı çekmezler, mutlu da olmazlar hayaletler; hayaletlerin yaptıkları tek b.ktan geçerli şey gün batımına içerlemek. Battı işte ve ben bundan sonra hayalet olmak istemiyorum.”