Bu
dünyada bir zamanlar bir Rembrandt'ın, bir Beethoven'in, bir
Dante'nin, bir Napoléon'un yaşadığı hakkında en ufak bilgisi
bulunmayan birinin kendini büyük bir insan sayması son
derece kolay değil midir?
Ama ne kadar soyut görünürlerse görünsünler, düşünceler de bir dayanak noktasına gereksinim duyarlar, yoksa kendi çevrelerinde anlamsızca dönmeye başlarlar; onlar da hiçliğe katlanamaz...
Öylece bekler durur insan. Hiçbir şey olmaz.
Beklersin, beklersin ve beklersin şakakların
zonklayana denk düşünür, düşünür, düşünürsün.
Hiçbir şey gerçekleşmez. İnsan yalnız kalır,
yalnız, yalnız...
İnsan sabahtan akşama kadar bir şey olmasını bekler ve hiçbir şey olmaz. Bekleyip durur insan. Hiçbir şey olmaz. İnsan bekler, bekler, bekler, şakakları zonklayana dek düşünür, düşünür, düşünür. Hiçbir şey olmaz. İnsan yalnız kalır. Yalnız. Yalnız...
Hayalin soyut mekanındaki bu oyunda, beyazla oynanan oyuncu olarak dört veya beş hamleyi önceden hesaplamalıydım ve aynı şekilde siyah oyuncu olarak, yani gelişmenin seyri içerisinde ortaya çıkacak bütün durumları bir anlamda iki beyinle, yani Beyaz Beyin ve Siyah Beyin ile önceden kurgulamam gerekiyordu.
"Bu gencin dünyaya kapalı beyninde bildiği tek şey, aylardan beri hiçbir satranç oyununu kaybetmemiş olduğu ve dünyamızda satrancın ve paranın dışında daha başka değerlerin de bulunduğunu bilmediğinden, kendine hayranlık duymak için her türlü nedeni var."
"Rüya görüyorsun! Sakın gözünü açma! Biraz daha sürsün bu rüya, yoksa etrafında yine o lanet olası hücreyi, sandalyeyi, lavaboyu ve masayı ve sonsuz aynı desenli duvar kağıdını göreceksin. Rüya görüyorsun, görmeye devam et!"