“- Eğer dilimiz için de bir renk yazman gerekseydi,
ne diyecektin?
Durdum. Sorduğu tuhaf ama önemliydi. Şaşırdım.
Dile renk yakıştırılır mı? Mavi desem olmaz. Turuncu yakışmaz. Al, pembe, siyah; hiç alakası yok. En sonunda:
- Ben yakışacak rengi bulamadım. Sizin aklınıza geliyor mu?, diye sordum. Güldü, dedi ki:
- Ben buldum, ama sadece bir renk değil.. Renkler topluluğu. Renk de değil, birkaç rengin birleşmesinden olma ‘Mozaik’..
- Mozaik! Gerçekten çok uygun. Öyle ya; Arapça, Farsça, İtalyanca, hele bir de şimdilerde Fransızca ve Türkçe! Kıyamet...!
- Evet. Dil büyüdükçe, yeni kelimelere muhtaçmış.
Mesela, ‘tatlı’ kelimesi pek eski, kullanılamazmış.
Onun yerine ‘nuşin’ kelimesi konulacakmış. Bundan sonra, ‘helva-yı nuşin, nuşin karpuz, nuşin renk, nuşin söz, nuşin dil’ denilecek...;))”
Bayram geliyor. Düşünün babalar! Telaşın lüzumu yok! Masraf kapıları açılıyor! Fakat bunlar güzel günlere özel masraflardandır, kıskanılmaz. Sevine sevine alınır, giydirilir. Herkes herkesin gülüp sevinmesini ister. O ağlayan çocukları, bayram günü davulun arkası sıra gezerken; arabalarda, beygirler, eşekler üzerinde giderken görseniz tanıyamazsınız. Bizimkilerde şimdiden ağlama darılma yok, ama böyle giderse, gözyaşlarını anlatmaya biz de matbaada başlayacağız. Acaba öteki arkadaşlar ne haldedirler? Herkesin bayramda cebinde harçlığı olur, gazete yazarlarının bir parası bulunmaz. Sebebini soracak olursanız onu da söyleyeyim. Sebebi; idarecilerin, bayram günü elemanlar matbaaya gelsinler de iş görülsün, diye para vermemeleridir.
“Bir yazarı yalnızca hayatıyla, yani parantez içinde belirtilen doğum ve ölüm tarihiyle tanıyor olmak,
o yazarın kültür dünyamıza katkılarını görmezden gelmek demektir...”