Geçen her an, gençliğimizin en kıymetli saniyelerini bizden gasp edip bizi ihtiyarlığa gönderen bir tekmedir ve bu tekmelerin en zorba, en kahır verici olduğu yaşsa 30 ile 40 arasındaki kederli yaşlardır.
Soğukçeşme Askeri Rüştiyesi ve Bahriye Mektebi’ndeki hocaları “Roman Okuyan Efendi” ve “Romancı” lakapları takarak Mehmet Rauf’un edebiyata ilgisini ve roman okuma sevgisini alaya alırlardı.
Halbuki bu kadın, ancak otuz yaşında bir kadındı; o zaman, hayatımızı düşünüyor ve hayatımızın sağlığımızı koruma ve cildimize özen göstermeye ne kadar aykırı olduğunu, özellikle kadınlarımızın günlerce evlerde kapalı kalmaktan, havasız, güneşsiz geçen hayatlarında, kötü âdetlerimizin sonucu olarak zengin ailelerde bile yeterince beslenilmediği için ne kadar zarar görüldüğünü, kısacası, bütün milletin hayatının nasıl yalnız cahillik ve aymazlığın fena kurbanları olduğunu kabul etmek zorunda kalıyordu.
Özellikle kendini en çok kederlendiren şey, İstibdat Devri’nin en faal ve en zalim ve en zorba bir zamanına rastgelen bu senelerde aydınlık gençliğinin sevk ve yönlendirmesiyle bütün varlığının amacını oluşturan saadetlerin beş, on hain ve vahşi köpeğin iğrenç keyiflerine, kirli bencilliklerine kurban edilmekte olduğunu bilmesi; adil bir idarede, elbette kendi iktidarında gönülleri hoş etme ve bolluk içinde yaşatmayla görevli olması gereken şefkatli bir hükûmette bu sefaletlerin meydana gelmemesi gerektiği meseleleriydi.
Bütün hayat, bütün gençlik, bütün
ilerlemeler, bütün medeniyet, bütün
insan toplulukları, her şey bu
kelimede hakikatın ispatıyla manayı
ifade etmiş olmazlar mı ¿
Hiç...
Her şey yalnız hiç değil midir ¿