Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Toplumsal Tipler

Sosyoloji Divanı - Sayı 3

Sosyoloji Divanı

Sosyoloji Divanı - Sayı 3 Gönderileri

Sosyoloji Divanı - Sayı 3 kitaplarını, Sosyoloji Divanı - Sayı 3 sözleri ve alıntılarını, Sosyoloji Divanı - Sayı 3 yazarlarını, Sosyoloji Divanı - Sayı 3 yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Bilgiyi işlemeye dayalı yeni gözetim pratikleri, günlük hayatımız içerisinde aldığımız roller silsilesi boyunca yalnızca vatandaşların değil hepimizin sürekli kontrol edildiği, gözetlendiği, sınandığı, incelendiği, değerlendirildiği ve yargılandığı yeni bir şeffalığa imkân tanıyor (Bauman, Lyon, 2013: 20). Şüphesiz ki yeni dönemde gözetleme olgusu değişmemekte ancak başkası hakkında bilgi edinme araçlarının değiştiğini görmekteyiz. Artık gözetleme yalnızca mahalle aralarında değil sanal mekânlarda da her daim yapılmaktadır, gözetlenen kendisini bile isteye dedikodusunun yapılmasına ve bunun aracı olarak da sosyal paylaşım sitelerinde kendisine ait bilgileri elâlem ile paylaşmaktadır. Mahalle aralarındaki dedikodular veya kınanmalar yerini sosyal paylaşım sitelerinde paylaşımların beğeni almaması ile kendisini göstermektedir. Sanal mekânlarda durum böyle ilen kentsel dönüşünde birlikte hayatımızın her alanına giren gözetleme araçları canlı kameraların boşluğunu doldurmamaktadır. Mobese kameraları aslında toplumsal denetimin yanı sıra toplumdaki bireylerin birbirlerine güven duygusunu yitirdiğinin, tek güvenilen nesnenin teknoloji aygıtı olduğunun açık ifadesidir.(Hanife Özyer)
Bir nene düşünelim ihtiyarlığın sanatsal ifadesi olan. Bembeyaz saçları kar gibi, nur yağmış gibi. Sonra çizgi çizgi kınalı elleri her namaz sonrası daha da sevimli, küçülür gibi. Ardından kadınlığını, analığını gösteren sarkık vücudu, çökük yanakları, büzüşük dudakları. Vücudunun her karesinde ayrı bir bilinmezlik buna rağmen ayrı bir tanışıklık,
Reklam
Ben odaklı/merkezli yeni karakterin/prototipin hayatın sadece kendi etrafında şekillendiği algısına sahip olmasının nedenleri arasında, bugüne kadar söz konusu karakteri etkileyen ve büyüten bir unsur olarak; seküler bir dünya tasavvuruna sahip olması sayılabilir. Bu anlamda bireyin bütün eylemlerini ve bütün hayatını atfettiği temel tasavvur onun
Gerçek zamanlı’ teknolojilerin küresel yayılımı, bizi sürekli gözetim biçimleri altına sokarak yeni bir totalitarizm safhası olasılığını artırır. Bu yeni tehlike ve denetim biçimleri, evlerden Kosova'daki son savaşa canlı İnternet yayım yapmak gibi görünüşte masum bir pratikte bile tespit edilebilmektedir. İnternette yayınlanan, insanların mutfakları ve yatak odalarına kurulmuş canlı web kamerasının çektiği görüntüler, enformasyon veya eğlenceyle değil, bireyin teşhir ve istila edilmesiyle ilgilidir. İnsan faaliyetinin durmaksızın gözlenmesi, artık küresel bir ölçekte gerçekleşmekte ve üzerimize 'teknolojik bir uyanıklık' (Virilio, 2000b: 62) yükleyerek hepimizi sürekli görünür kılmaktadır (Stevenson 2008: 328-329). Küreselleşmenin en önemli döngüsü olan iletişim araçlarıyla, yeni karakter prototipin kurduğu ilişki paradoksal biçimde ilerlemektedir.Bir yandan “yeni tip” ağ metaforuyla bütün dünyaya erişebilirken, yani iletişim ve etkileşim imkânlarını artırırken; diğer yandan “ben odaklı/merkezli” bir algıyla etrafındaki herkes ve her şeyle arasına yüksek duvarlar örebilmektedir. Sosyal medya hesabı üzerinden dilediği biçimde bir temsiliyet mekanizması geliştirebilmekte ve bu konuda geçmişte olduğu gibi yaşadığı “mahalle”sinin gösterdiği bu yeni temsiline nasıl tepki vereceğini de umursamamaktadır. Zira bu anlamda uzunca bir zamandır söz konusu karakteri besleyen temel düşünce “just do it" [sadece yap] (Funk 2011: 67) anlayışıdır.
“Ben odaklı merkezli" yeni temsilde gençlerin yeni medya araçları üzerinden birey ve toplum ilişkilerinin tamamında kurdukları ilişki; bir tarafta gençlerin düşünce, kavram ve algı dünyasını etkilerken, diğer taraftan küresel ölçekte varlık gösteren söz konusu araçlara hayat vermektedir. Küreselleşmenin en önemli araçlarından olan iletişim araçlarının gelişimi ile birlikte zaman, mekân ve coğrafî sınırların anlam dönüşümüne uğraması beraberinde mesafe algısını da dönüşüme uğratmıştır. Bir coğrafi sınır fikrini 'gerçek dünya’da savunmak giderek güçleşirken, artık uzaklıklar sorun olmaktan çıkmış bulunuyor. Birden bire, kıtalar ve bir bütün olarak yerküre üzerindeki bölünmelerin, ulaşımın ilkelliği ve seyahat etmenin zorluğundan ötürü bir zamanlar göz ardı edilemeyecek kadar somut olan uzaklıkların bir sonucu olduğu gün gibi ortaya çıkmış görünmektedir (Bauman 1999: 20).
Gerçek yaşamda kurulan birçok ilişkiden farklı biçimde sosyal medya ortamında gerçekleşen binlerce etkileşimin doğal bir sonucu olarak, beklentilerin, alışkanlıkların, sosyalleşme pratiklerinin ve kimlik aidiyetlerinin farklı olması kaçınılmaz bir zorunluluk olmaktadır. Bu anlamda bireye “ben odaklı” varoluş imkânı tanıyan sosyal medyada üretilen sayısız içerik arasında birey kendini, duygularını ve hayati derecede önem atfettiği temsillerini dahi tüketebilmektedir. Böylelikle “mahalle” kavramının zihinlerdeki en önemli karşılığı olan “mahremiyet”, yapısal bir dönüşüme uğrayarak gerek bireysel, gerekse toplumsal ölçekte yeni bir tutuma dönüşebilmektedir.
Reklam
Hayatın kendisi şeyleştirilmiş, “şey’e dönüştürülmüştür. İletişim ve kültür endüstrisi insanlar için üretmekte ve insanlarda ondan arz edilen yaşantı dünyalarına erişmek için ödedikleri parayla yaşam, yaşantı ve duygu satın almaya çalışmaktadır. Dolayısıyla ‘bu tren’e binmiş olan insanlar için orada olmak, payına düşeni almak, ait olmak,
Toplumsal yapının bütün kodlarını iletişim zemininde yapısal bir değişim ve dönüşüme zorlayan yeni medya ortamı sadece iletişim sürecine değil; sosyal, sıyasal, iktisadi vb. hemen her alana dokunarak bütün alışkanlıkları, aidiyetleri, kimlik talep ve temsiliyetleri değişime uğratmaktadır. Bu anlamda yaşanan değişimlcre paralel gerek yerel, gerekse küresel ölçekte “x, y, z kuşağı”, “80 öncesi ve sonrası kuşak”, “post modem kuşak” vb. kimi adlandırılmaların en önemli temsiliyet mekanizması hiç kuşkusuz iletişim araçları ve ortamları olmaktadır. Bütün bu değişim ve dönüşüm sürecinin birçok faktörle ilişkisinin olduğu yadsınmamakla birlikte, en önemli unsurun iletişim araçları/süreçleri olduğu ifade edilmelidir. Bu bağlamda “80 sonrası kuşak” olarak nitelenen gençlik, “siyasete ilgisiz, kayıtsız ve yalnızlaşmış” olarak tanımlanmış, “kendini ifade etme, toplumsal bir kimlik kazanma, birey olma, özgürleşme, hayata dair inisiyatif alma” konularında sürekli engellerle karşılaşmıştır. İşte böyle bir ortamda toplumsal ve kültürel bir alan olarak internet, gençlik için ‘yeni bir dünyaya’ açılan pencere olarak hem toplumsal hem de bireysel olarak tüm dünyanın gündemine girdi. Bu durum gençlerin toplumsal yaşantısındaki sıkışmışlığı, yalnızlığı, durağanlığı sanal âlemin 'sınırsız’ dünyasında gidermeye yönelmesi ile sonuçlandı. Gençlık eğlenmeye, arkadaşlık kurmaya, alışveriş yapmaya, tüketmeye ve özgürce hareket etmeye başladığını düşündüğü bu mecrada aynı zamanda küresel sistemin kültürel mantığının pazarlanmasına da eklemlenmeye başladı (Güzel 2007: 178).
Bireyin toplumsal arenada rolünü icra edememesi, toplumun bütünü için faydalı olmayan ve başlı başına anormal bir durumdur. Bununda ötesinde daha da anormal olan bir durum daha vardır. Bir bireyin,belirli bir uzman doktor tarafından onaylanmamış olduğu halde hasta rolünü oynaması veya sürdürülmesidir. Gerçekte hasta değil iken, hasta rolünü
Şair tam bir endişedir. Ürkek bir ceylan yavrusu gibi hep tedirgindir. Sürekli yerini yadırgayan bir hali vardır. An itibariyle olduğu yer, sanki hiçbir zaman olması gereken yer değilmiş gibi davranır. Hep huzursuzdur. Kendi huzurda olmadığı için kimseye de huzur vaat etmez, kimsenin yüreğine su serpmez. Her an kendisini de rahatsız eden bir arayışı vardır. Bir yolcudur. Sürekli bir yerden bir yere taşınır. Bir tür evsizdir. Gözleri dalgın ve içine bakıyor değilse, önüne de, hemen burnunun ucundaki şeye de bakıyor değldir. Gözleri hep uzaktadır. Sürekli ulaşmak istediği bir yeri vardır. Kimseyle beraber değildir, hatta çoğu zaman kendiyle bile değil. Bir tür kurtulma çabası içindedir hep. Her şeyden, herkesten kurtulmak istiyormuş gibidir. Onun üretimi bir inşadan çok. bir yıkma, bir arınma eylemidir. Şiirle içini ve etrafını kalabalıklaştırmaz. Aksine ona yapışan, onu her an varlık evreninin maddi gerçekliğine çekmek isteyen şeylerden kurtulmak ve böylece o maddi gerçekliği aşan, hakiki bir evrenin yüksekliğine çıkmak ister.
Reklam
"’Şair konuşurken, yazarken ve mırıldanırken çok şey ifade etmekte. İddia ve vaat etmekte. Ancak sözün eyleme egemen olduğu, onu boyunduruk altına aldığı bir durum bu. Şair çoğu zaman yapmadıklarını, yapamadıklarını ya da yapmayacaklarını diline dolamakta. Kur’an bu noktaya dikkat çekiyor. Şair bir vecd haliyle, bir anlamda cerbezelenmiş bir şekilde öyle şeyler söylemekte ki, söyledikleri kendisini aşmakta, söylediklerine egemen olamamakta. Bu bağlamda şiirin şairden hep bir adım önde gittiğini söyleyebiliriz. Şair, şiire her yöneldiğinde şiir kendi dizginlerini eline geçirmekte, hatta çoğu zaman şairin dizginlerine de egemen olmakta. İlhan Berk (2001: 12) bu durumu şöyle betimliyor: “Bir şiirde, bir metinde konuşan kimdir? Bu bilinemez. Başlangıçta şairi, yazarı görür gibi oluruz ama yazma eylemi derinleştikçe bir imden öteye gitmez bu. Bir şiir yaratı alanına gitmeye görsün, bilinmez, tanınmaz olur. Şairin söylediği, imgelediği; şiirin konusu diye baktığı kayıp gitmiştir.” Kenan Çağan
Şiir dilin matematiğinde sonsuzlukla soluklanmaya yeltenmektir. Şiir, dil malzemesiyle evrendeki iç müziğin ahengine ritim tutmayı denemektir, anlamlı bir var oluş kurmaya çabalamaktır. İnsandaki derin çatlağı onarmak, yine insandaki karanlık kuyuya bir umut ışığıyla yönelmek, anlam denizinden yudumlanmak, Aragon’dan (1966: 59) esinlenerek söyleyecek olursak; içindeki suya susamak, çaresizliğin hazzını idrak etmektir. Dünyadaki bir taşa başını yaslamak, bir çocuğun elini avuçlarına almak, bir mazlumun gözyaşını silmek, topyekün insana, toplum ve evrene dair bir farkındalık oluşturmaktır şiir. Şiir durmadan varlık sancısı yayan bir yarayı kanatmak ya da kanayan yaraya merhem olmaya çalışmaktır; varlık sancısını teskin etmeye çalışmaktır. Dolayısıyla, “şiir, ağızda gevelenen bir ezgi, kafamızın içindeki bir mırıltı, başka şeyler düşünürken dudaklarımızda dolaşan bir nakarat değil, tam tersine, yoğunluğunun doruğuna çıkarılmış insani düşüncedir" (Aragon, 1966: 81). İnsanın çelişkili varlığının aynadaki aksidir şiir. Şiir Aragon’nun herhangi bir eserde aradığı baş dönmesidir'. Şiir gerçeklik algımızı yeni bir düzlemde dizayn eder, ayağımızın altındaki toprağı çeker alır ve bize yeni bir göz ve algı verir. Bir tür yeni matematik verir bıze şiir'. Bütün metafiziğin içinde anlamlandırıldığı bir matematik. Kenan Çağan