"Gençlerin hayatı önemsemediklerini görmek ne güzel, değil mi Madame Françoise?" derdi bahçıvan, Francoise'ı kızıştırmak için.
"Hayatı önemsemedikleri mi? Peki hayatı önemsemeyeceksek, neyi önemseyeceğiz? Hayat yüce Tanrı'nın asla iki kere bağışlamadığı tek nimettir. Heyhat! Ulu Tanrım! Ama doğru, önem vermiyorlar! Ben 70'te gördüm onları; bu lanet olası savaşlarda ölümden korkuları kalmıyor ki; tam manasıyla birer deli olup çıkıyorlar, ciğeri beş para etmez serserilere dönüyorlar, insanlıktan çıkıp aslan kesiliyor."
"Zihnim de dışarıda olup bitenleri seyrederken bile içine gömüldüğüm bir başka yuvaydı. Dışarıdaki bir nesneyi gördüğümde, gördüğümün bilinci nesneyle arama girer, etrafını maddesine doğrudan dokunmamı engelleyen ince bir manevi şeritle kuşatırdı; tıpkı ıslak bir nesneye yaklaştırılan akkor halindeki bir cismin önünde daima bir buharlaşma kuşağı oluşturarak ıslaklığa değmediği gibi gördüğüm nesnenin maddesi de-ben onunla temas etmeden- adeta buharlaşırdı. Kitap okurken, bilincim birbirinden farklı durumların hepsini aynı anda, adeta alacalı bir ekranda sergilerdi; benliğimin en ücra köşelerine gizlenmiş özlemlerden bahçenin sonunda gördüğüm, tamamen dışsal olan ufuk çizgisine kadar uzanan bu farklı durumlar arasında en öncelikli, en çok bana ait olanı, hareket halindeki bir kontrol düğmesi gibi her şeyi yöneten güdü, okumakta olduğum kitabın felsefi zenginliğine, güzelliğine olan inancım ve hangi kitabı okuyor olursam olayım, bu zenginliği kendime mal etme isteğimdi.
(...)çünkü sürekli onun görüntüsünü kafamda canlandırmaya çalışa çalışa sonunda hiçbir şey göremez oluyor, aşkımın neye tekabül ettiğini tam olarak bilemiyordum.