Osmanlı Devleti'nin dünyayı yönettiği merkezi Topkapı Sarayı'nın sırları hep merak edilmiştir.
Prof. Dr.
Ahmet Şimşirgil 'in bu sırları tek tek kaleme almış, fotoğraflarıyla desteklemiş ve güzel bir çalışma ortaya çıkarmıştır.
Kitabı; Sarayın tarihçesi, Birinci Avlu(Alay Meydanı),
İkinci Avlu(Divan Meydanı), Üçüncü Avlu(Enderun Meydanı), Dördüncü Avlu(Köşkler Bahçesi), Harem, Saray Müzesi ve Kitabeler olarak bölümlendirmiştir.
Anlaşılacağı üzere Topkapı Sarayı'nı gezmeden önce mutlaka okunması ve incelenmesi gereken bir kitap olarak tavsiye ediyorum...
Kesinlikle harika bir kitap. Sanat kitaplarına ilgim çok fazla olduğu için kütüphanede ellerimi sanat kitapları üzerinde gezdirirken bu kitapla karşılaşmış bulundum. Kitabın yapısı, sayfalarını, düzenini, içeriğini ve içeriği taşıyan resimlerini çok beğendim. Sedat Anar'ın Santur albümünü dinleyerek sayfalarda yer alan resimlerin içinde kaybolup kendinizi tarihe kaptırabilirsiniz. :)
“Yavuz Sultan Selim, hilafetin alameti olan Hırka-yı Şerîf, Sened-i Şerîf ve diğer Emanât-ı Mübareke’yi Mısır'dan İstanbul'a hatimler indirterek getirmiş; İstanbul'a vardığı gece, Saray'da yüksek bir mevkie yerleştirmiş; mimarbaşı ve ustalar, asıl tevdi olunacak makamı harıl harıl inşa ederlerken, sefer yorgunluğuna bakmaksızın sabaha kadar ayakta beklemiş. O gece geceli gündüzlü Kur'ân okunması için bir vazife tertip ederek, kırkıncısı bizzat kendi olmak üzere kırk hafız tayin eylemiş. İşte o günden bu ana kadar, bu dairede bir saniye tavakkuf etmeksizin (durulmaksızın) Kur'ân okunuyor. Bu hafızlar el’an kırk kişidir. Daima, ikişerli nöbetle vazifelerini ifa ederler. Bugün de, bu iki hafızın nöbeti,' dedi.
Bu gece, bu saat, ben burada satırları yazarken, Hırka-yı Saâdet Dairesi'nde Kur'ân okunuyor! Siz, bu saat, benim bu satırlarımı okurken, Hırka-yı Saâdet Dairesi'nde Kur'ân okunuyor! Tam dört yüz seneden beri de böyle fasılasız okunmuş..."
Meşhur şair Ka'b b. Züheyr'in 630-631'de Müslüman olduğu sırada huzur-ı saâdette okuduğu kaside dolayısıyla bizzat Peygamber Efendimiz tarafından şaire giydirilmek suretiyle hediye edilmiştir. Bu sebeple şiir daha sonra İslâm literatüründe Kasidetü'l-Bürde adıyla meşhur olmuştur.
Ka'b b. Züheyr'in vefatından sonra Hazret-i Muaviye, mirasçılarından hırkayı 20 bin dirheme satın almıştır. Böylece Emevilere geçen hırka, daha sonra sırasıyla Abbasîlere, Memlükler'e ve Yavuz'un Mısır’ı fethiyle de Osmanlı Devleti'ne intikal etmiştir.
Topkapı Sarayı'na gelen emanetlerin en değerlisi olması sebebiyle konulduğu yere Hırka-yı Saâdet Dairesi adı verilmiştir.
Yavuz Sultan Selim, Ebu Numey'in getirdiği Mukaddes Emanetler'i, Mısır’dan getirilen, Suriye, Filistin ve İran'dan toplanan diğer kıymetli emanetler ve teberrükat eşyası ile birlikte İstanbul'a gönderdi. Bu emanetler önce iç hazineye sonra da Has Oda'ya konuldu. Hırka-yı Saâdet Dairesi kurulunca bunların saklanması ve bakımları özel usûle bağlandı. Selim Hân Mukaddes Emanetler'in muhafazasını kırklar diye bilinen Has Odalılara verdi. Kırk kişiden meydana gelen Has Odalılar Hırka-yı Saâdet Dairesi'nde nöbet tutar ve burada devamlı Kur'ân-ı Kerim okurlardı.
Yavuz Sultan Selim'den sonraki Osmanlı padişahları ve diğer Müslümanlar tarafından buraya pek çok kıymetli eşya hediye edilmiştir.
Günümüzde Topkapı Sarayı Kütüphanesi’nde 23 binden fazla nadide yazma eser bulunmaktadır. Bunlar arasında Arapça, Farsça, Türkçe, Grekçe, Slavca, Latince, Ermenice, Sırpça, İbranice ve Süryanice kitaplar vardır.
Osmanlıların ilk mekanik saat yapımcısı aynı zamanda İstanbul rasathanesinin kurucusu olan meşhur astronom Takiyyüddin Râsid'dir (1525-1585).
Eserinde mekanik saat yapımının bütün incelikleri görüldüğü gibi namaz vakitlerini bildiren bir saat de yaptığı anlaşılmaktadır. Ancak bu saat günümüze ulaşmamıştır.
Harem lügatte korunan, mukaddes ve muhterem olan yer anlamına gelir. Ev, konak ve saraylarda genellikle iç avluya bakacak şekilde planlanan, kadınların yabancı erkeklerle karşılaşmadan rahatça günlük hayatlarını sürdürdükleri kısımdır. Burada yaşayan kadınlara da Harem deniliyor olması, İslâmiyet'in bu bölümlere, özellikle hane kadınlarıyla belirli bir kan bağı dışında kalan erkeklerin (nâmahrem) girişini yasaklamasından kaynaklanır.
Hayatları, vakıfları ve kültürü himaye etmeleriyle kent hayatının kalitesini artıran saltanat kadınları, hükümdarlığın en değer verilen niteliklerinin, yani adalet, dindarlık ve cömertliğin yaşayan simgeleriydiler.
-Leslie Peirce