Türk Muhafazakarlığı kitaplarını, Türk Muhafazakarlığı sözleri ve alıntılarını, Türk Muhafazakarlığı yazarlarını, Türk Muhafazakarlığı yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Belki daha da ilginç olan nokta, Türkiye'de muhafazakârlığın kültürel-politik referansı kabul edilen kişilerin birbirleriyle sorunlu ilişkileridir. Bir anlığına 1950'leri ele alalım. Peyami Safa'nın Necip Fazıl'la dostlukları, artık daha büyük bir düşmanlığa dönüşmüştür. Fuad Köprülü, N. Sami Banarlı ve çevresinin faaliyetlerinden çok rahatsızdır. Yahya Kemal, kendisinden başka herkes için düşündüğü gibi, akranı Halide Edip'in de önemli biri olmadığını düşünür. Yahya Kemal'e yıllarca övgüler düzen öğrencisi Tanpınar'ın günlüklerinde gördüğümüz üzere aslında aralarında büyük bir gerilim, alay ve değersizleştirme vardır. Yahya Kemal'i beğenmeme konusunda Tanpınar'la hemfikir olan Necip Fazıl, eski dostu Tanpınar'ı defalarca komünist ilan etmiş, asılsız ihbarlarla, kara propagandayla onun üniversiteden atılması için çaba sarf etmiştir. Aynı Necip Fazıl, Fuad Köprülü'ye ve Celal Bayar'a hakaretten iki kez mahkûm olmuştur. Nurettin Topçu ve çevresi de Necip Fazıl ve çevresince sürekli marjinalleştirilmiştir. Samihâ Ayverdi dâhil olmak üzere, pek çokları için de N. Fazıl yarı cahil, komplocu, menfaatperestin tekidir. Hatta Ekrem Hakkı Ayverdi onu İngilizlerden para almakla itham etmiştir. Halide Edip'in Ayverdilerden, Cemil Meriç'in Hilmi Ziya ve Ziyaeddin Fahri'den hiç hoşlanmadığı (tıpkı bu muhafazakâr entelektüellerin birçoğunun -Başbakan yardımcılığını yapan Köprülü de dâhil olmak üzere- Menderes'ten hazzetmediği ve 27 Mayıs darbesini memnuniyetle karşıladığı gibi) bilinmektedir.
Kemal "eski değerlerin bekçisi, yeni değerlerin yargıcıydı." Dünyanın büyüsünün bozulması, onun ve etkileşimde olduğu diğer İstanbul entelektüellerinin dünyasında toplumsal düzenin (Nizam-ı Alem'in) bozulması demekti.
Bir kez daha tıpkı Batı Avrupa'daki Karşı-Aydınlanma filozoflarına -özellikle de Hamann'a- benzer şekilde, Kemal "Tanrı bir şairdir, bir matematikçi değil" anlayışına
inanma eğiliminde olmuştur.
Kemal ayrıca erken İslami dönemin menkıbeleriyle Orta Asya Türk geçmişindeki geleneksel 'Dedem Korkut masalları' arasında bazı bağlantılar kurarak, onları birbiriyle uyumlu bir biçimde Türk kültürünün özgünlüğünü ispat etmekte kullanmak üzere diriltmeye çabalar.
Namık Kemal için coğrafyanın önemi de büyüktü, tıpkı dil ve tarihin öneminin büyük oluşu gibi. Bu konuda da, tıpkı tarih konusunda olduğu gibi, İbn Haldun ve Montesquieu'da dile gelen görüşlerin etkisi kolayca görülebilir. Bu filozofların ötesinde Kemal, coğrafyayı ruhani bir referans kılıp onu insanlar için kutsal bir değere dönüştürmek istiyordu. Türkçede "ana" diye sıfatlandırılan vatan, insanlara (yavrularına) kendi karakterini veren,
ona yüzlerce yıllık tarih içinde oluşmuş aşkın "milli ruh"u aktaran kutsal ve dişil bir değerdi.
Dini öğretilerin aksi yönündeki hiçbir konuda müzakereye açık olmayacak kadar da dinine bağlıydı. Batıda Kilisenin, Doğuda ulemanın rolüne dair hiç eleştirel değildi. Türkiye'nin önemli edebiyat eleştirmen/akademisyenlerinden Hilmi Yavuz'un belirttiği gibi, Kemal'in gelenekçiliği onu Aydınlanma düşüncesine ancak "romantik bir Aydınlanmacı" olarak eklemlenmesine izin verebilirdi.39 Zira Kemal için hukukun kaynağı, kesinlikle akıl
değil Allah'tı. Yönetim hakkını veren toplumsal sözleşme de tanrısal bir iradenin tecellisiydi. Din mükemmeliyetti.
Müslümanca bir perspektiften bakarak kaleme aldığı eserlerinin tamamında Vatan-Millet-Hürriyet teslisini, adeta Baba-Oğul-Kutsal Ruh teslisi gibi, imanla benimsediği görülür. Kemal'in, etrafında bu dindar milliyetçi duyguları benimseyen insanların toplanmasını sağlayacak bir karizmatik gücü de vardır, O kadar ki, en büyük düşmanlarından biri olan Fuad Paşa bile, "Bu Kemal'i asmalı, sonra da ölüsünün altında oturup ağlamalı" demekten kendini alıkoyamaz.