Türkiye’deki laiklik değerlendirmelerinde laikliğin çok kaba bir biçimde “din işlerinin devlet işlerinden ayrılması” yani siyasetin diyanetten diyanetin de siyasetten bağımsız bir şekilde var olması icabı şeklinde tanımlanması da izah edilen meseleyi daha açık bir biçimde idrak etmeyi mümkün kılar. Bu fikir, ilkesel olarak din ile siyasetin birbirinden ayrı ve farklı ancak aralarında tarihsel süreçte ilişkiler kurulmuş olabileceği fikrini temel esas olarak kabul etmek zaruretini yanında getirir. Öyleyse din ile siyasetin birbirinden bağımsız kurumsal yapılar şeklinde değil bilakis birbirinin tamamen içinde hatta biri bir diğerine kaynak ve temel teşkil eden ve tarih içerisinde var olmuş kurumsal yapılar olarak değil tarih üstü zihniyet biçimi, düşünme tarzı ve hayat felsefesi olarak ortaya çıktığı durumlarda din ile devlet ve siyaseti birbirinden ayırmak mümkün olmaz. Çünkü bu gibi vakıalarda dinin ayrılması doğrudan devlet ve siyaset düşüncesine kaynaklık eden unsurun sistemden çıkarılması manasına gelir ki bunun gerçekleştirilmesi durumunda siyaset düşüncesinden din çıkmaz, siyaset düşüncesi yok olur.