Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Türkiye, Yahudiler ve Holokost

Corry Guttstadt

Türkiye, Yahudiler ve Holokost Sözleri ve Alıntıları

Türkiye, Yahudiler ve Holokost sözleri ve alıntılarını, Türkiye, Yahudiler ve Holokost kitap alıntılarını, Türkiye, Yahudiler ve Holokost en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Atilhan bir aşırıcıydı, tahrikleri Türkiye'de çok sayıda entelektüelin sert eleştirilerine neden oldu ve çıkardığı Milli lnkılap mecmuası Trakya olaylarından sonra yasaklandı. Ancak antisemitist içerikler ana akım yayınlarda da kendilerine yer buluyorlardı. Örneğin Mayıs ve Haziran 1934'te Vakit gazetesi, o zamanlar
İthal AntisemitizmKitabı okudu
"Vatandaş Türkçe Konuş!" kampanyasının gergin ortamında İzmir Yahudileri devletin Türkleştirme siyasetini desteklemek için 1932 yılında bir dernek kurarak, şehrin Yahudi sakinlerine şu beyannameyi imzalattılar: "Türk harsını benimsemeye ve vatandaşlarım arasında milli kaynaşmayı temin etmeye çalışacağımı, bu gayeye vüsül için her vakit Türk diliyle konuşacağımı ve bütün tanıdıklarımı da Türkçe konuşmaya teşvik edeceğimi ve bu fikri her tarafta neşrü tamime gayret edeceğimi beyan ederim."(58) 1933 yılı boyunca diğer şehirlerdeki Yahudi cemaatleri de benzer beyannameler yayımladılar. Uyum sağlamaya hazır olduklarını ispat etmek için bazı Yahudi aileler, çocuklarına Oğuz, Altay vb. "tipik" Türk isimleri vermeye başladılar. İsmini Tekin Alp olarak Türkleştiren Moiz Kohen tarafından kaleme alınan ve dindaşlarını Türkleşmeleri için uyaran "Evamir-i Aşere"de bu durum iyice absürd bir hal aldı. (59) (58) Aktaran Bali 1999, s. 159; ilk olarak 24.11. 1932 tarihli Milliyet'te. Krş. Çağaptay 2004, s. 95; Bursa'daki Uhuvvet Cemiyeti, Türkçeden başka bir dil konuşan üyelerini para cezasına çarptırıyordu. (59) Krş. Detaylı olarak Landau 1984.
Reklam
Sefaradların örgütlenmesi için ilk girişimler, yüzyılın başlarında Balkan ülkelerinden Viyana'ya gelen öğrenciler ve mülteciler tarafından başlatılmıştı. Ancak Türkiye'deki durum ile Fransa'daki durum arasındaki fark dikkat çekicidir. Türkiye'de Kemalist seçkinlere bağlı olan Yahudi temsilcileri dindaşlarının dilsel-kültürel "Türkleşmesi"ni sağlamak için var güçleriyle çaba harcarken, Fransa'da ki Türkiye Yahudileri gururla Şark-Sefarad miraslarını öne çıkarıyorlardı. A.H. Navon ile Maurice Caraco, Fransa'da "yitik ülkeleri" Türkiye'deki Sefarad yaşamını hatırlatan romanlar kaleme alıyorlardı.(147) Sefaradizm'in ruhunda Fransız-Yahudi egemen tabakanın asimilasyon baskısına karşı direniş yatıyordu.(148) (147) Tu ne tueras pas (Öldürmeyeceksin) ve Joseph Pérez romanları, AIU öğretmen seminerleri müdürü A.H. Navon tarafından yazılmıştır. Maurice Caraco, Kalderon Ailesi'nin yazarıdır. (148) Ovadia'nın Paris Sefaradları başhahamı olarak atanması kararı, Paris Konsistoryumu'nun mevcut yapısına karşı bilinçli bir sınırlama olarak alınmıştır. Krş. Abravanel 1996, s. 506. O. Camhy Union Universelle'in kuruluşuna dair yapılan eleştirilere verdiği bir cevapta, "bir milyon Sefaradı" (!)Aşkenaz vesayetinden kurtarmayı amaçladıklarını yazmaktadır.
Olayları yaşamış olan çok sayıda Yahudi, devletin güvenlik güçlerinin kendilerine bölgeyi terk etmelerini söylediklerini anlatıyorlardı.(90) Yabancı diplomatlar olaylardan hemen sonra yazdıkları raporlarda, yerel CHP örgütlerinin Yahudi karşıtı boykotu örgütlemekte oynadıkları rolü(91) anlatıyor ve genel olarak Yahudilerin sürülmesinin bir devlet planı olduğu görüşünü bildiriyorlardı. (92) (90) 1934 yılında çok sayıda uluslararası Yahudi gazetesi, olaylardan kaçan Yahudilerin anlattıklarına yer veriyordu. Çok sayıda anlatı için bkz. Bali 2008. (91) Almanya konsolosunun raporu (Kroll'un 1 Şubat 1938 tarihli yazısı), Yunanistan Büyükelçisi Sakellaropoulos'un 12.7.1934 tarihli yazısı, Constantopoulou / Veremis 1999 içinde, s. 243. (92) ABD Büyükelçisi Robert P. Skinner'in çok sayıda yazısı, aktaran Karabatak 1996. Britanya Büyükelçisi P. Loraine, "güvenilir bir kaynaktan Türk Hükümeti'nin bir süre önce Trakya'yı Yahudi unsurlardan temizlemeye karar verdiğini" öğrenmiş. 22.7.1934 tarihli yazı, Türkçe tercümesi için bkz. Aktar 2000, s. 92.
Trakya OlaylarıKitabı okudu
Yahudilerin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmalarına rağmen sürekli dışlanmalarına ise, ancak Türkçe konu­şan, Müslüman olan ve Türklük sevgisini taşıyanların Türk olduğu gerekçesi getiriliyordu.(37) Türkler (Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları) ile "Öz" (Müslüman) Türkler arasında yapılan bu ayrım, daha 1924 yılında kabul edilen anayasayla ilgili tartışmalar esnasında ortaya çıkmıştı. Milletvekillerinin çoğunluğu Türkiye'nin bütün vatandaşlarını anayasa kanalıyla "Türk" ilan etme önerisine karşı çıkmışlardı. Onlara göre, dini azınlık mensupları vatandaş olabilirdi, ancak H. Suphi'nin dile getirdiği üzere: "Lafzen biz bir tefsir bulabiliriz. (... ). Fakat bir hakikat vardır: Onlar Türk olamazlar."(38) Böylece fiili olarak Türk milletinin mensuplarıyla Adalet Bakanı Mahmut Esat (Bozkurt) tarafından "Kanun Türk'ü" olarak tanımlanan ve çok sayıda gayri resmi ya da yarı resmi yönetmelikle dışlanan Türkiye vatandaşları arasında bir ayrım yapılmış oluyordu.(39) (37) O zamanlar Türk Ocakları başkanıyken daha sonra Milli Eğitim Bakanı olan Hamdullah Suphi (Tanrıöver), kimin Türk olarak kabul edileceği sorusuna 1923'te verdiği cevap. Aktaran Sadoğlu 2003, s. 193. (38) TBMM Zabıt Ceridesi, Devre II, Cilt 1. 8/1:908-11; aktaran Çağaptay 2006, s. 15 ve Dip. 35 ve Bali 1999, s. 103. (39) Çağaptay 2006, s. 15; Zürcher 2002-b s. 10.
Trakya Olayları
Olayların gerçek boyutunu hafifseyen bu kavram, Yahudilerin 1934 yazında Trakya ve Çanakkale'den şiddet yoluyla kovulmalarını ifade etmek için kullanılmaktadır.(68) Olaylar, 21 Haziran günü Çanakkale'de, Yahudilere ait dükkanlara, Yahudilerin bir kısmının hakaret ve fiziksel saldırılara da maruz kaldığı boykot eylemleriyle başladı. Yahudilerin valiye ve yerel CHP bürosuna başvurmaları üzerine onlara birkaç günlüğüne polis koruması sağlandı, ancak korumanın sona ermesinden sonra saldırılar yeniden başladı. Şehrin tanınmış Yahudileri, şehri derhal terk etmemeleri durumunda öldürüleceklerine dair tehditler içeren imzasız mektuplar alıyorlardı. Yahudi nüfusun büyük bir kısmı aceleyle şehri hemen terketti. (69) (68) Coğrafi olarak bu olaylar Türkiye'nin sadece Avrupa'daki topraklarıyla (Trakya) sınırlı değildi, kısmen Çanakkale'nin Asya yakasında da gerçekleşmişti. Trakya Olayları kavramı, olayların bütünü için kullanılmaktadır. (69) Jewish Chronicle, 6.7.1934, ayrıca 6.7. ve 28.7.1934 tarihli raporlar ve NARA, 867.4016 jews.
Reklam
1940'lı yılların başlarında Hitler'in Kavgam, Henry Ford'un Beynelminel Yahudi ve 1943'te Siyan Bilgelerinin Protokolleri Türkçe olarak yayımlandı, bir kısmı birkaç baskı yaptı. O yıllarda basın çok sıkı bir sansüre tabiydi, bu tür yayınlar ancak resmi makamların göz yummasıyla yayımlanabilirdi. Modern antisemitizm Türkiye'ye bu şekilde girdi. Alman-Türk ittifakının sona ermesi ve Alman faşizminin mağlubiyeti, Türkiye'de bu eğilimlerin sona ermesi anlamına kesinlikle gelmiyordu. O zamanlar tercüme edilen yayınlar bugün bile yeni baskılar yapmakta ve geniş bir şekilde yaygınlaştırılmakta. Türkiye Yahudileri için 1933-1945 arasında gerçekleşen üç travmatik olay -Trakya Olayları, 20 Kur'a İhtiyatları ve Varlık Vergisi-ise kesinlikle Almanya'nın baskısı veya önerisiyle gerçekleşmemişti, aksine radikal Türkleştirme siyaseti çerçevesinde yapılan uygulamalardı.
Bu görüşmeler sürerken, yüzlerce Türkiyeli Yahudi tarafından İspanya hükümetine yazılmış olduğu iddia edilen sözde bir bağlılık mektubu, hemen hemen bütün büyük Türk gazetelerinde eşzamanlı olarak yayımlanmıştı.(28) Yahudiler, çirkin ve kabaca saldırılarla anavatana ihanetle suçlanıyorlardı. Bu yoğun baskı altında, Yahudi cemaatinin temsilcileri,
Lozan Ant.'nın 42. maddesi (cemaat kurumlarının dokunulmazlığı ile eğitim ve hayır kurumlarına yapılacak devlet yardımları) ile ilgili görüşmeler sürerken;Kitabı okudu
1937'ye kadar CHP genel sekreteri ve 1942'den itibaren de içişleri bakanı olan Recep Peker, 30'lu yılların ortalarında Nazi rejimine duyduğu beğeniyi dile getiriyor ve "Hitler Gençliği" gibi faşist örgütlenme modellerinin kabulünü öneriyordu. Ulus gazetesinin şef redaktörü olarak pratikte basına
Temmuz 1934'te kabul edilen bir yasa, herkesin 'Türk dilinde" bir soy ismi almasını zorunlu kıldı. Türk veya Müslüman olmayan bir aidiyete işaret eden soy isimleri yasaklanırken,(45) çok sayıda tanınmış şahsiyet Arıkan, Türkkan gibi isimler aldı ya da kendini Bozkurt olarak adlandırdı.(46) 1935'te Atatürk'ün emriyle Ankara'da milliyetçi öğretmenler yetiştirmesi için kurulan Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, yelpazenin farklı yerlerinde bulunan Türkçüler ve Turancılar için bir çekim merkezi olmuştu. Niyazi Berkes, örneğin Besim Atalay'ın fakülteye girerken bir polis köpeği gibi sağı solu kokladığını, sonra da şöyle bağırdığını anlatmaktadır: "Gavur kokuyor, gavur kokuyor burası." Bununla, orada görev yapan demokrat ve yabancı bilim insanlarını kast ediyordu.(47) (45) 20.12.1934 tarihli karar, sonu (genellikle Ermeni soy isimlerinde görülen) "yan" takısı veya listede belirtilmiş olan Slavca, Makedonca, Yunanca, Farsça, Gürcüce ve Arapça takılarla biten isimlerin kullanılmasını yasaklıyordu. Krş. Çağaptay 2006, s. 62, Dip. 185. (46) Saffet Arıkan önce eğitim bakanlığı, sonra da savunma bakanlığı yaptı, 1942-44 arasında ise Berlin büyükelçisiydi, Reha Oğuz Türkkan Turancı bir yazar ve aktivistti, Mahmut Esat Bozkurt adalet bakanıydı. (47) Berkes 1997, s. 161. Besim Atalay, dilbilimci sıfatıyla DTCF' de öğretim görevlisi olarak çalıştı, Türkiye parlamentosunda 30 yıl boyunca milletvekilliği ve 19 yıl boyunca Türk Dil Kurumu'nun başkanlığını yaptı.
Reklam
Robert Mitrani, Atatürk'ün Kasım 1938'deki ölümünden sonra Paris Sefarad Cemaati adına Türkiye Büyükelçiliği'ne başsağlığı ziyaretinde bulundu. Paris ve Cenevre'deki cemaatler, büyükelçiliğin de katıldığı büyük anma törenleri düzenlediler. Judaïsme Sépharadi'nin Kasım 1938 sayısı, baş sayfasında Atatürk'e dair coşkulu
Alliance lsraélite Universelle okullarında aldıkları eğitim nedeniyle, Osmanlı İmparatorluğu Yahudilerinin büyük kısmı Fransa'ya yöneliyordu. Fransızca konuşabilmek gibi önemli pratik bir koşulun yanı sıra Fransa'nın bir Aydınlanma ülkesi olarak fikirsel çekim gücü de, bu ülkeyi cazip bir göç merkezi haline getiriyordu. "Hiç de yurt dışına çıkıyor gibi değildim, tam aksine, sanki nihayet kültürel anavatanıma kavuşmuş gibiydim," diyordu o dönem göç eden kadınlardan biri. Alliance, kadın ve erkek mezunlarına, Fransa' da öğretmen okuluna devam etme imkanını sunuyordu. Bu, aslında mezunların Şark ülkelerindeki Alliance okullarından birinde öğretmen olarak çalışma koşuluna bağlıydı. Fakat görünüşe bakılırsa, bu yükümlülüğün yerine getirilip getirilmediği, o kadar da sıkı bir şekilde denetlenmiyordu. Böylece Alliance bilhassa genç Yahudi kadınlarına, ailelerinden bağımsız olarak Fransa'ya göç etme yolunu açmış oluyordu.
Azınlıklar için en büyük tehditlerden biri, Türk Ceza Kanunu'nun 1926'da kabul edilen ve "Türklüğe hakaret"in 5 yıla kadar hapisle cezalandırılmasını öngören 159. Maddesi'ydi. Bu madde, günümüzdeki 301. Madde'nin öncülüydü. Eğer bir gayrimüslim maruz kaldığı hakaret ve aşağılamaları şikayet etmeye cüret ederse, "Türklüğe hakaret" suçlamasıyla karşı karşıya kalabilirdi. Türkçeden başka bir dilin kullanımı bile, 159. Madde'ye göre suçlanma nedeni olabilirdi. Ayrıca Müslüman Türkler azınlıklarla olan komşuluk ilişkilerinde ve günlük yaşamın sorunlarında da bu silahı kullandıklarından, bu kanunla azınlıkların uğradığı hukuki ayrımcılık günlük yaşamda da desteklenmiş oluyordu.(56) Ankara'daki Başbakanlık Arşivi kayıtlarında, 1926'dan 1938'e kadar "Türklüğe hakaret" suçlamasıyla 1.034 başvuru belgesi bulunmaktadır. 94 belgede yer alan isimlerden, faillerin Yahudi olduğu ayrıca belirtilmemesine rağmen, bunların Yahudi oldukları anlaşılmaktadır.(57) (56) Örnekler için Haker 2002, s. 191; ayrıca Çolak 2005, s. 44. (57) Diğer 940 kayıt ezici bir çoğunlukla Rumlara veya Ermenilere aittir. Müslümanlara ait kayıtlar pek azdır, söz konusu olduğu zaman da, lakaplarından bunların Kürt, Arap veya Arnavut olduklan anlaşılmaktadır. Bunun dışında bir diğer suç unsuru olan 'Türk büyüklerine hakaret" konusunda da bir dizi vaka mevcuttur.
:o
Aralık 1942'de Almanya'nın Ankara Büyükelçiliği'nde, Nazilerin işgal etmiş oldukları ülkelerden yağmaladıkları 5 milyon Mark değerinde çalıntı altın bulunuyordu. Bunun bir kısmı Shoah kurbanlarından çalınan ve "Melmer altınları" olarak bilinen altınlardan oluşuyordu.(35) Glasneck, Almanya'nın Türkiye'deki geniş kapsamlı propaganda faaliyetlerini belgelendirmiştir. (36) (35) Papen ve bazı çalışanlar, tüm bu işlemlerden kendi özel hesaplarına da para aktarıyorlardı. (Roth 2004, s. 184 vd.) (36) Glasneck 1966, s. 11 vd. Türk kamuoyunun etki altına alınması için çok sayıda gazete ya kendileri tarafından çıkartılıyor ya da güçlü bir finans desteğiyle kontrol altında tutuluyordu.
1938 Kasım pogromu, (10) Almanya Yahudilerinin haklarının ellerinden alınmasından, şiddet uygulaması ve sistematik takibata geçişe işaret etmektedir. 7-13 Kasım 1938 günleri arasında yaklaşık 400 insan öldürüldü veya intihar etti. 1.400'den fazla sinagog, ibadethane ve Yahudi derneklerine ait diğer mekanlarla, binlerce dükkan, ev ve Yahudi mezarlığı tahrip edildi. Yaklaşık 30.000 Yahudi Dachau, Buchenwald ve Sachsenhausen toplama kamplarına götürüldü, yüzlercesi buralarda öldürüldü. Tutuklanan Yahudilerin büyük kısmı, aradan birkaç ay geçtikten sonra, Almanya'yı terk edeceklerini ve servetlerini devlete devredeceklerini yazılı olarak taahhüt etmek koşuluyla serbest bırakılmışlardı. Ayrıca pogrom esnasında oluşan zararın karşılanması için, alay edercesine Yahudilere 1 milyar Reichsmark tutarında "tazminat" ödettiler. (10) Bazı yayınlarda anlam ve ifadeyi yumuşatan bir şekilde "Kristal Gece" diye tanımlanır. Bu pogrom Nazi liderliği tarafından hazırlanmış ve planlanmıştı. Bahane olarak da Paris'te yaşayan Polonya Yahudisi Herschel Grynszpan'ın, aynı şehirde bulunan Alman diplomatı vom Rath'a düzenlediği suikast gösteriliyordu. Grynszpan'ın ebeveynleri, Almanya'dan sınır dışı edilen Polonya Yahudilerindendi.
21 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.